Avatar

istanbul'da mimar olmak

@istanbuldamimarolmak / istanbuldamimarolmak.tumblr.com

yeniyetme bir mimarın notları
Avatar

Havalı İnşaat Alanı: Kopenhag’ın Mutlu Duvarı

XOXO The Mag' da çıkmış yazının tamamıdır.

Geçenlerde hem kişisel sebepler hem de akademik sebeplerle küçük bir yurtdışı seyahatine çıktım, uğradığım şehirlerden birisi de küçük ancak büyüleyici güzellikte bir şehir olan Kopenhag idi. Orada keşfettiğim bir projeyi belki bir gün İstanbul'a da emsal olabilir diye sizlerle paylaşıyorum.

Bir şehrin çirkin yüzüdür içerisinde yer alan mega projeler; özellikle ulaşım ağının örülmesi için  kazılan o büyük çukurlar kentliyi mutsuz kılacak niteliksizliktedir. Son yıllarda Türkiye’de de görmeye başladığımız inşaat alanını daha ‘sevimli’ göstermeye yönelik örtüler, kimi zaman reklam içerikli, kimi zamansa altından çıkacak yapının gelecekteki bir haliyle bezenmektedir. 2018’de tamamlanması planlanan Kopenhag Metro çemberinin inşaatı, bu örtüleme işini bir başka boyuta taşıyıp, 6kmlik inşaat alanının geçici duvarlarını sanatçıların kullanımıyla kamusal mekanın dekore edilmesine açmış. 

Kopenhag Şehir’inde yaşayanların alışık olduğu, terkedilmiş binaların yaratıcı kültürel alanlara çevrilmesi durumu, bu kez metro inşaatını kapatan geçici duvarlarda yer alıyor. Metroselskabet (Kopenhag metrosu) tarafından başlatılan projenin amacı, şantiye panolarını tasarlanmış farklı enstalasyonlarla kentliyi ve kent yaşamını pozitif etkilemektir. İnşaat alanlarını, çirkin birer delik olmaktan çıkartıp kentliyi ve kenti ziyaret edenleri çeken birer merkez haline gelmiştir.

2011 yılının Ağustos ayından bu yana, kentteki 21 farklı şantiyede, farklı sanatçıların elinden çıkmış ve farklı konseptlerde 100’den fazla tamamlanmış olan projeden birisi olan, Thomas Dambo tarafından geçtiğimiz yılın Nisan ayında başlatılan ‘Happy Wall-Mutlu duvar’, Kopenhag yerel halkının yanı sıra turistler için de bir hediye niteliğindedir. Elle interaktif olarak değiştirilen 2000 geri dönüştürülmüş ahşap parçadan oluşan duvar, bir bulmaca gibi kullanıcıyı kendisine davet ederek, duvara dokunan herkesin sanatını konuşturmasına olanak sağlamaktadır. Kopenhag ve Frederiksberg Belediyeleri'nin desteğiyle gerçekleşen projenin maliyet giderleri, tanımlı kısımların reklam alanı olarak satışı ile sağlanmaktadır.

Bu keyifli projeye dahil olmak için Byenshegn adresindeki formu İngilizce olarak doldurup byenshegn@m.dk adresine gönderebilirsiniz.

Fotoğraf:Lene Bente Skytthe

Havalı İnşaat'ın videosu için buraya tıklayınız.

Avatar

#sityscenes

10 aydan sonra tekrar aranızdayım.  Bu sefer ki yazım İstanbul'dan birazcık bağımsız olacak. Hollanda'daki zamanım, hala bilmeyenler ve merak edenler için özetleyebileceğim üzere, oldukça keyifli ve dolu geçti. Üniversite yıllarında aldığım proje derslerinden en keyiflisi 200lü kodlardan konut projesiydi. Şimdi dönüp bakınca en fazla bilgiye ulaştığım, en çok sorgulama yaptığım, en çok üzerinde zaman harcadığım - hatta Archicad ile tanıştığım- ve en gururla anlattığım projeydi benim için. İçeriğini geçiyorum ancak tanıştığımız kavramlardan bahsedeceğim biraz. Konut projesini bize; “apartman yapacaksınız” diye vermediler, önce bizi Karantina Bölgesi'nin sokaklarında gezdirdiler, orada ikamet eden kentliyle sohbet edelim istediler. Hala içeriği Türkçe'de doldurulamamış olan, Doğan Hasol'un Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü'nde bile  ( bendeki basımında) bulunmayan “Kamusal Alan”, “Özel Alan”, “Yarı Kamusal Alan”, “Yarı Özel Alan” gibi kavramlardan bahsedip bunları sorgulamamızı ve anlamamızı sağladılar. Anladığıma çok eminim ancak anlatma konusunda pek beceriksizim, o sebeple birkaç sene sonrasına da değineceğim:  4. sınıfa geldiğimizde yine “kamusallık” kavramıyla karşılaştık; iki dönem de ‘herkes'in  içine girebileceği, söz söyleyebileceği ve ya koşup oynayabileceği projeler yaptık. Hocalarımızdan birisi,Emel Kayın; bas bas bağırırdı bu kavramları iyice öğrenin ve ileride mimar olunca lütfen bu kavramlara dikkat edin diye. İyice anlatabilmek için de hep şu örneği verirdi; “Mesela ben maddi durumu iyi olmayan bir vatandaşım, senin bu yaptığın projenin içine hiç çekinmeden girebilir miyim? Mesela ben sadece içinden geçerek arka sokağa geçmek, kestirme olarak bu mekanı kullanmak istiyorum, bunu yapabilir miyim? ” belki tam olarak böyle demiyordu ama ne demek istediğini anlayabiliyordum. Bugün Türkiye'de malesef ki öyle mekanlar görmüyorum. Bu yüzdendir ki mimarlık yapmak istemiyorum; autocad dosyalarının karanlığında kaybolurken ortaya oteller, AVM'ler çıkarmak istemiyorum. Ve kafam tabi ki yine karışık ya herneyse.

Hayatın hep sokakta olduğunu savunanlardanım, çünkü yaşamımızda karşılaşabileceğimiz her türlü insanla sokakta karşılaşırız. Ve şehirler oluşturulup, sokaklar şekillendirililirken, aslında sokaklar da insanları şekillendirir. O yüzden o süper-düper lüks sitelerdeki kurulan  yaşamlar bana hep  yapay, soğuk, yüzeysel  ve izole gelir. TOKİ meselesine girmek bile istemiyorum.

Gelelim esas mevzuya, Hollanda'da geçirdiğim 7 ay boyunca küçük bir şehirde yaşadım. 100.000 kişilik popülasyona sahip şehirde, merakım ve insan sevgim gereği birçok değişik mekana girdim. En çok keyif aldığım şey canım sıkıldığında, yağmur da olsa, bisikletime atlayıp müzik dinleyerek sokaklarda amaçsızca ve evlere bakarak gezinmekti. 

Yüzlerce benzer evlerin her birinin içini görebileceğim bir kültürün içindeydim; perdeler  genelde açıktı, camlar vitrin gibi sokakla aynı seviyede ve vitrin gibi özenle düzenlenmiş olurdu. Bu özenli pencerelerin önlerinde zaman zaman geçici/kalıcı olarak olarak konmuş, el yapımı ya da satın alınmış bir oturma birimi olurdu. Her geçişimde gördüklerimi ölümsüzleştirmek isterdim, bir gün bunu gerçekleştirdim; işte böyle başladı  instagramdaki #sityscenes etiketi… 

Hollanda'da kanallarla dolu kentler, tek arabalık hatta bazen bisikletlik sokaklar ve o sokaklardan bir adımla içlerine girdiğin evler var. Bu dar ve güneşin nadiren uğradığı sokaklarda insanların güneşi selamlamak için, bitkilerini yetiştirmek için ya da oturup dinlemek için özen gösterdikleri oturma birimleri var. Evlerin önündeki bu oturma birimleri özel mülk -hatta kimileri çalınmasın diye zincirlenmiş, yasal olarak özel alan içinde konumlanıyorlar (Hollanda'da bu tarz evlerin 1mlik alanı özel alana dahilmiş diye öğrendim) ancak tesadüfen oturan birisine de özel bir işaret konmamışsa, 'kardeşim burası benim alanım, oturamazsın’ diye diklenen hiçkimseyi görmedim (zaten 7 ay boyunca birbirine bir sebepten ötürü ses yükselten kimseyi görmedim).  Kamusal alandan özel alana geçişin kısıtlı olduğu bu minik bölgeleri bu şekilde değerlendirdikleri için, kenti daha da güzelleştirdikleri için onlara bu şekilde teşekkür etmek istedim. Çektiğim fotoğraflar arasında kamusal oturma birimleri de mevcut, hatta en ilginci de  Delft istasyonu'nun girişine  tasarlanılıp, üretilip konulmuş olan aşağıdaki oturma birimi…

Buradan fotoğraflarıma güzel yorumlar yapan, bu fikrimi destekleyen, ben gezinirken bana eşlik eden ve zaman zaman karelerime teşrif eden, hatta üşenmeyip benden kartpostal versiyonlarını isteyen herkese teşekkür ediyorum.

Avatar
Avatar
biiza
Avatar
ekip

Paftalar ve paftalar sonra, antetlerin kuruduğunda, yaz gelmiş ve T cetvelin senden önce Bodrum’a kaçmış olabilir. Selam mimar.

Sen çarşaf çarşaf cad dosyalarını bastıracaksın diye çok jüri kaçıran oldu; biraz hızlanabilmen için archiputer yardıma koşuyor.

Gittiği yerlerden bize bir kart, bir gönderi yollar belki, zira istanbuldamimarolmak nedir en iyi o biliyor.

Ve biiza, İstanbul’da erguvanlar açarken belki masa başında yeni bir sayfaya geçiyor.

Kaynak: biiza

Tumblr ekibi sağolsun benden (ve mimarlıkla ilgili bir iki kişiden) bahsetmiş bugün...

buralara geldiğimden beri yaşamaktan yazamaz oldum, ama yakında yeni saçma yazılarla geri geleceğim.

hazır mevzu bahis açılmışken; beni bana rağmen değil, ben olduğum için seven, her daim destek veren, hayatımdaki çok değerli insanlara bir de buradan teşekkür edeyim istedim; sağolun, varolun. 

Avatar

İstanbul'a veda.

Bir süreliğine yurtdışına taşındığımdan dolayı ara veriyorum.

Avatar

Mimarlık vs. Mimarlık

Hepimiz hayatımızda en az bir kere, yada dönem dönem varoluşsal sorgulamalara girip, çelişkiler yaşamışızdır diye düşünürdüm. Sonra bir gün, insan olduğunun bile farkında olmayan birileri çıktı karşıma, yaşadığım şoku ve üzüntüyü anlatarak kimseyi sıkmak istemiyorum. Ancak, dünya üzerinde bir kıyaslama yapılacak olsa, hassaslık konusunda ön sıralarda yerimi alabilirim galiba. Mimarlık eğitimime başlamadan evvel yıllarca "mimar olucam" lafı ağzımda dolandı durdu (birde başkakan olma hayalim vardı ama onu mimar olduktan sonra olabilirdim/ teşekkürler çiller). Ben daha tuvalet eğitimini almakta olan küçük bir çocukken, babamın evde kurup ek iş olsun diye günlerce çizdiği projelerle tanışmış ve arkadaş olmuştum. Oyuncak bebeklerimle oynamaktan, en çok kuzenim Ece'yle bebek evini söküp yeniden yaptığımızda zevk aldım. Yaptığım resimlerde doğa ana ve binalar vardı; aldığım tek ödül geleceğin binalarını çizdiğim, sarı/turuncu/yavruağzından oluşan kubbe evlerdi (Annemler 'AKP'nin geleceğini görmüş bizim kız' diye hala dalga geçerler). 

Derslerinde başarılı, ödevlerini/tekrarlarını yapan bir çocuk olmadım hiçbir zaman. Nedense, gereksiz bilgiye hep daha çok yer verdim. Hala da dinlediğim müzik gruplarını, izlediğim filmlerin yönetmenlerini bilmem. Çünkü yaptıklarıdır beni cezbeden, arkasındaki adamlar değil. Hatta bir keresinde bir arkadaşım benim çok yüzeysel, içi boş bir insan olduğumu söylemişti; zaten ben de hiçbir zaman aksini iddia etmedim. Bilmediklerim, hep çok olacaklar; ancak anlamaya, öğrenmeye oldukça istekliyim.

Okula geri dönelim, Vitrivius'tan sonra tanıştığım ilk mimar, modernizmin babası sayılan Le Corbusier idi. Le Corbusier'in kim olduğunu size anlatmayacağım, tanımıyorsanız bu dünyada yatacak yeriniz yok demektir.  Ne çektik ondan ve Mondrian'dan! Mezarına işeme hayaliyle yanan sınıf arkadaşlarımı hatırlıyorum. Birinci sınıfın ikinci döneminde Corbusier'in çeşitli  konutlarını çizmiş ve ayrıntılı maketlerini yapmıştık. Le corbusier'in o kıymetli serbest plan, serbest cehpe, bant pencereler, çatı bahçesi ve pilotilerinden oluşan ilkelerini adımız soyadımız gibi öğrendik, benimsedik... Bundan birkaç sene sonra 'Mutluluğun Mimarisi' kitabını okurken, Villa Savoye üstünden geçen bir anekdot, Le Corbusier'den ve mimarlıktan uzaklaştırdı beni: 

“…Savoye’ların tüm itirazlarına karşın Le Corbusier çatının düz olması gerektiğini öne sürmüştü.Mimar,düz çatının çok daha ucuza mal olacağını, bakımının kolay yapılabileceğini,Madam Sovaye’in rutubetli zemin kat yerine yazları serin olan bu çatıda jimnastik yapabileceğini söyleyerek müşterilerini ikna etmeyi başarmıştı.Fakat Savoya’lar eve taşınalı daha bir hafta olmadan, çatodan Roger’ınodasına yağmur suları akmaya başlamıştı.O kadar çok su akıyordu ki çocuğun akciğerleri iltihaplandı,kısa süre içinde hastalık zatürreye çevirdi(…) Madam Savoye bir mektupla çatıyla ilgili sıkıntılarını şöyle dile getiriyordu;” Salonun tavanından, merdivenlerin tepesinden, her yerden sular akıyor.Garajın duvarları kabardı.Ayrıca banyo tavanı da öyle akıyor ki yağmur başlar başlamaz banyoyu su basıyor “Le Corbusier sorunun hemen çözüleceğini söyleyerek müşterisini geçiştirmeye çalıştı ama tasarladığı düz çatının dünya çapında mimari eleştirmenler tarafından ne kadar övüldüğünü hatırlatmayı da ihmal etmedi.”Alt kata salona bir defter koyun, evinizi görmeye gelenlerden bu deftere adlarını ve adreslerini yazmalarını rica edin, defterde ne kadar ünlü kişinin adıyla karşılaştığınıza şaşıracaksınız.”(…)

II.Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine Savoye’lar apar topar parise kaçınca,Le Corbusier, inanılmaz güzellikte ama ne yazık ki içinde yaşanması olanaksız bir ev inşa ettiği için mahkemede hesap vermekten kurtulmuş oldu.”

Bu yazıyı okuduğumdan beri mimarlık insanlar için mi yoksa ne için diye düşünür dururum. Yaşadığım kentlere bakıp bakıp üzülürüm, çözümü bende mi ya da kimlerde diye sorarım. Kabullenmeye çalışırım olanları, olmakta olanları ve olacakları... Geçtiğimiz aylarda, çalıştığım yerde düzenlediğimiz bir etkinlik gereği birkaç mimarla tanışma fırsatı buldum. Bunlardan ilki Venedikli bir ofis olan TAM Associati partnerlerinden Massimo Lepore ve Simone Sfriso'ydu. Adamlar 'sosyal mimarlık' adı altında çok keyifli işler yapıyorlar. Düşünceleri, hareketleri tamamen insan odaklı. Bir diğeri de, mimarlığın ekol isimlerinden Ettore Sottsass ile çalışmış Aldo Cibic. Cibic Workshop adında, mimarlığa ve insanlığa katkıda bulunan çalışmalar yapıyorlar. Aldo Cibic, 90'lı yıllardan beri sık sık İstanbul'a ziyaretler gerçekleştiren, akıllı ve insan canlısı bir mimar. Bu adamları tanıdıktan sonra ne yapmak istemediğime dair yeni bir madde daha ekledim: Ben bir insanım, bu dünya ben varolmasam da, varolup hiçbir şey yapmasam da dönmeye devam edecek. Bir mimar olarak, her ne şartla olursa olsun, doğaya saygı duymayan ve insanı merkezine almayan hiçbir projeye, fikire ve harekete dahil olmamak için ömrümün sonuna kadar  çaba harcamaya özen göstereceğim. Çünkü bu dünya hepimizin.

Bahsettiğim etkinlik Yapı-Endüstri Merkezi, YEM Etkinlik tarafından bu sene 4.sü düzenlenen 'Konut Konferansı 2013' tür. Aldo Cibic'in ve TAM Associati'nin konuşmalarına ulaşabilirsiniz.

Avatar

İstiklal simgelerinden biri satıldı!

Yapı Kredi Koray’ın restore etmek için 2001’de yüzde 15 hissesini satın aldığı ama projeyi gerçekleştiremeyip Narmanlı Ailesiyle davalık olduğu Narmanlı Han el değiştirdi. 1831 yılında elçilik binası olarak inşa edilen Narmanlı Han’ı Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’iıı sahibi Tekin Esen 57 milyon dolara satın aldı.

İstanbul’un en bilinen bölgesi olan İstiklal Caddesi’nin Tünel’e kıvrıldığı noktada, İsveç Konsolosluğu’nun tam karşısında yer alan Narmanlı Han, Beyoğlu’nun en güzel binalarından biri. 1831 yılında Rus elçilik binası olarak inşa edilen ve uzun yıllardır yaşanan sorunlar nedeniyle atıl durumda olan Narmanlı Han’ı, Erkul Kozmetik’in sahibi Mehmet Erkul ve Eteksan Tekstil’in sahibi Tekin Esen 57 milyon dolara satın aldı. Yılan hikayesine dönen restorasyon nedeniyle Narmanlı Han uzun yıllardır kullanım dışıydı. Yapı Kredi Koray 2001 yılında restore etmek amacıyla Narmanlı Han’ın yüzde 15’lik hissesini satın almıştı. Yapı Kredi Koray’ın restorasyon projesi 2002′de Anıtlar Kurulu’ndan onay almış ama sivil toplum kuruluşlarının itirazı üzerine alman yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle başlayamamıştı. KÜLTÜR SANAT MERKEZİYDİ Proje bir türlü gerçekleştirileme-yince Narmanlı Han’ın 12 varisi 2008 yılında Yapı Kredi Koray’a dava açarak hisselerini geri almak istedi. Ailenin “gayrimenkul hissesi karşılığında inşaat yapımı ve satış vaadi sözleşmesinin feshi” için açtığı davayı mirasçılar kazandı. Ardından hisseler Mehmet Erkul ve Tekin Esen’e satıldı. Geçen ay ortalarında tamamlanan anlaşmaya göre, Nar-manlı Han 57 milyon dolara satıldı. Rus elçilik binası olarak inşa edilen ve 19’uncu yüzyılın ortalarından itibaren Rus hapishanesi olarak kullanılan Narmanlı Han’ın kaderi Narmanlı Kardeşler’in binayı 1933′te satın almasıyla değişti. O dönem İstanbul’un ünlü tüccarları arasında yer alan Avni ve Sıtkı Nar-manlı, binayı satın aldıktan sonra Eminönü’ndeki ofislerini hanın ikinci katma taşıdı. Narmanlılar, yüksek kira tekliflerine rağmen hanı tüccarlara vermek yerine uygun fiyata sanatçılara kiralamayı tercih ettiler.

Hatta handa ikamet edenler arasında Bedri Rahmi, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Aliye Berger gibi isimler bulunuyordu. Kaynak: Vatan

Avatar

112

ne hikmettir/hikmetlidir nazım'ın doğması bugün, ne güzeldi Genco Erkal ile onu izlemeye nail olmuştum bir gün! o değil de, ne güzel insanlar geçmiş bu topraklardan, bu leş dünyadan...şimdi gel de sevme be yaşamayı! gel de dokunma toprağa, suya, ağaçlara ...gel de katlanma her şeye, herkese...kendine rağmen. yaşamak güzel be kardeşim, iyi yada kötü...yaşıyor olmak, nefes almak ve bunun farkında olmak... peki güzel olacak mı dersin, geriye dönüp baktığımızda bıraktığımız izler, dokunduğumuz yürekler? ..rahat olabilecek miyiz, 'yaşadık be' diyebilecek miyiz nazım gibi? sahip olabilecek miyiz öylesine temiz ve güzel bir zihine, kalbe...?

Avatar

Yeni başlayanlar için rant arttırma yolları

rant isim, ekonomi Fransızca rente isim, ekonomi Getirim "Fırlayan arsa rantları, oy ticareti hissesi olarak paylaşıldı." - A. Boysan

senaryo1 önce atıl ama tarihi bir alan keşfet, orayı satın almak için her şeyi yap (gerekirse fesat falan karıştır), elde edince, deprem riski taşıyor vs. diyerek eski yapıları yoketmeye yönelik dalavereler çevir ve al sana deniz kıyısında mis gibi otel arazisi, sonrasında tercihe göre ortak falan bulunur ve 'çelik tencere' gibi parıltılı, ışıltılı ve zerafetten ölen(!) oteller dikmek senin ve yardakçılarının yaratıcılığına kalmış (KIPS)...halk denilen zavallı(!) kitle de bakıp bakıp buralarda bir saat geçirmenin hayalini kurar.

senaryo2 merkezi konumda, tercihen tarihi bir geçmişi olan ve potansiyel barındıran bir bölge seç. Bu bölgeyi riskli,sorunlu vs.li bölge ilan et, bu konuyu 41 kere tekrarla - insanlar bi saatten sonra zaten inanmaya mutlaka başlar-, sonra o bölgede oturan insanların elinden evlerini ekmek-peynir fiyatına satın al, sonra birkaç (mümkünse yabancı) ortak bul ve orayı 'dönüştürerek' kenti beslediğini, güzelleştirdiğini ilan et, burada 'rezidınslar', ofisler, AVMlerle dolu mini bir yapay kentçik yarat, insanlara da güzel 3 boyutlu görseller ve onu destekleyen tanıtım filmleriyle bunu kakalarsın, sonra gitsin kerizler milyon liralar versin ve insani yaşama hoşçakal desin.Yaşam mimarının tasarladığı hayatın merkezi: buraya taşınanlar (toplumun ve salak basının dayatmaları sonucu ortaya çıkmış sonradan görme orta direk insanlar), gün kankalarıyla, birbirlerine ümraniye'de oturuyorum demek yerine 'my city'de oturuyorum diye hava atmaktan ibarettir. Aslında olan durum ise; kentten, insanlardan, olaylardan ve doğadan uzak, izole, küçük ve acınası yaşamlarında ağzından salyalar akarak, kim kimi düdüklemiş haberlerini veren magazinsel program/haberlerle 'beyin' denilen organlarını yok eden insanların yaşamaya çabasıdır.

senaryo3....(devamını da siz getirin işte, sonuçta hepsi aynı hikaye) Bu bir Haliç Tersanesi haberi üzerine yazılmış sinir yazısıdır.

Avatar

Toplam 25 senedir hayattayım, 2 yıldır da Istanbul'dayım. Tam iki yıl önce bugün bu kente adım attım.  Elimde bir valiz, cebimde annemden aldığım biraz ceviz ve hayallerimin verdiği bir enerjiyle soluğu aldığım bu şehir hakkında harcayacağım saatler, kullanacağım milyonlarca sözcük illa ki var; var ama dinlemeyi bilene, 3-5 meraklı zihine... Herneyse, ne bekliyordum ne buldum muhakemesine girmeyeceğim; özetlemem gerekirse tam istediğim yerde, tam istediğim zaman ve tam istediğim kişilerleyim.  Bir süredir oldukça tembelim; ama yaşamaktan yazmaya fırsat bulamadığım hallerdeyim lütfen anlayınız. 13'e tam ısındığımız zamanda, yeni bir sayı giriyor yine hayatımıza. Mutlu yıllar.

Avatar

Karaköy.

Mutlu Kent çok güzel bir yazı ile karşımızda, lütfen okuyun:

"Istanbul’a geldiğimden beri vakit geçirmekten çok keyif aldığım nadide yerlerden biri, öyle ki beni ziyaret eden, bana eşlik etme teklifi getiren her insanı da bu noktaya götürüp bir bardak çay içirmişimdir. Çünkü kentteki nadide bir boşluk; çevresindeki binaların güzelliği, o noktaya ulaşım, birçok meydandan daha tanımlı bir mekan olması ve Karaköy-Fındıklı hattı arasında denize dokunabileceğin ya da denizin sana dokunabileceği tek yer. En son gidişimde otoparka çevrilmiş olmasını hüsranla karşılamıştım ancak cumartesi gündüz vakti olması sebebiyle, o güne özel bir durum sanmıştım. Bu sebeple size teşekkür ediyorum.

Kentlerimizin kamusal alanları bir bir elimizden alınıyor ve insanları birbirinden koparacak yeni işlevlerle yüklendiriliyor. Bunun altında bilinçli bir çalışma olduğunu düşünüyor ve bu durumdan korkuyorum. Acaba ne zaman tehlikenin farkına varacağız, merak ediyorum."

Avatar

Öğrenciden Öğrenciye...

Postkartları çok severim. Her fırsatta, insanlara adresimi verip, gittiğiniz yerden bana postkart göndermeyi unutmayın derim. Geçenlerde bir arkadaşım Hırvatistan'dan üzerinde pul olmayan bir postkart yolladı. İlk başta her şeyin dijitale geçmesinden dolayı üzüldüm. Ancak üzerinde S2S, student to student yazılmış bir pul resmi çizilmişti.

Daha sonra kendisiyle konuştuğumda, pulsuz bir postkarta "öğrenciden öğrenciye" olduğunu belirten bir pul resmi çizdiğinizde, postkartın ücretsiz gittiğini bir arkadaşından duyduğunu ve denemek için yaptığını söyledi...Sonuç olarak Hırvatistan-->Türkiye olumlu. Siz de dünyada nerelere gittiğini öğrenmek amaçlı kart atıp, facebook'taki sayfalarına bilgilendirme yapabilirsiniz. 

Avatar

Nordik Mimari ve öğren(ebil)eceklerimiz

Bu akşam Yapı-Endüstri Merkezi'nde Norveç Mimarisinde Kentsel Dönüşüme Duyarlı Yaklaşımlar adlı bir konferans gerçekleşti. Oslo Opera Binası'nın da tasarlayan ofis Snøhetta'nın yanı sıra A-Lab, Lund Hagem, Helen&Hard ve İstanbul'da yapılacak olan yeni havalimanını tasarlayan ofis Nordic vardı. Son yıllarda popülerleşmiş Nordik Mimarlığı'ndan örneklere yer verilen sunumların çok ilgi çekici olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım. Son bölümde ise XXI. Yazı İşleri Müdürü Hülya Ertaş,  Gezi Parkı olaylarında oynadığı rolle hafıza ve kalplerimizde yer almış Yrd. Doç. Dr. İpek Yada Akpınar, Norveç Danışman Mimarlar Genel Müdürü Egil Skavang ve Norveç Mimarlar Odası Başkanı Kim Skaara ile birlikte yuvarlak masa vardı. Bu bölümde Norveç mimarisinin kendi bağlamında ele alınmasının yanı sıra, Türkiye'deki mimarlık politikaları İstanbul üzerinden değerlendirildi. Aklımda kalan birkaç notu şöyle sıralayabilirim.

*"Mimarligin insanlari biraraya getirebilecegine inaniyoruz"  Camilla Moneta

*: "Agaclari yikmak yerine binalari bitki ortusuyle nasil uyumlu yapabiliriz, ona bakıyoruz."  Einar Hagem

"Kutuphanenin her katinin farkli olmasina ozen gostererek insanlarin merak duygusunu uyandirmayi hedefledik" Einar Hagem

* "Biz ahsap yapistiricisi kullanmadan birlesim yapmak istedik" Siv Stageland

* "Norvec'in seffaf ve katilimci bir yonetime sahip olmasi kentsel ve mimari planlamadaki basari sebeplerinden biri."  İpek Akpınar

* "Turk mimarlarin, politik anlamda bir seyleri degistirmek icin giriskenlik gostermeleri gerekiyor" Kim skaara 

* "mimarlik basin&yayininin Turkiye'de cok guclu değil. Piyasada yayınlanmakta olan tüm basın bileşenleri mimarların okumasıyla sınırlı, halka ulaşmıyor. Erişebilir değil" Hülya Ertaş

Aklımda kalan notlara bakarak birçok çıkarım yapabilirsiniz. Ancak bu çıkarımları değerlendirip bir şeyleri değiştirmek malesef sadece biz mimarların elinde. Zaten Gezi Parkı olaylarına baktığımızda, tepkilerin başlangıç noktası her ne kadar bireylere dokunan yasak ve kısıtlamalar olsa da, büyük ölçekte kentsel ve mimari planlama problemlerini teşkil ettiğinin hepimiz farkındayız. Evet, artık binlerce insan sokaklara dökülmüyor, dökülemiyor ve demokrasinin sandıkla sınırlı olmadığının hepimiz farkındayız. İşte bu noktada yapabileceğimiz farklı ve efektif birşeylerin olduğunu düşünüyorum, yeter ki isteyelim ve direnmekten vazgeçmeyelim.

#direnmimarlık #direninsanlık

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.