Avatar

Madalyonun iki yüzü.

@falancahikayeler / falancahikayeler.tumblr.com

Üstünden zaman geçince her şey gibi değersiz olacaklardı. Ben de yazdım, hep değerli kalsınlar diye.
Avatar
Avatar

Onuncu köyden mektuplar

Kendimi anlatmaktan çok yoruldum.

Anlamak istemeyene sayfalarca yazsan faydasız. Duymak istemeyene çığlıklar gece gibi sessiz.

Büyüdükçe dertlerim küçülür sanıyordum. Meğer büyüdükçe yaptığın seçimler daha da canını yakıyormuş. Nasırlaşmasını beklediğim duygularım nasıl da ölümsüz.

Yıllar önce yazdıklarıma baktım. Aslında hiç değişmemişim. Verebileceğimden emin olduğum iki şey olmuş hep. “sevgi ve saygı” Karşımdakinden de tek beklentim bu ikisi olmuş, bulamamışım.

Dostuma, kediye, köpeğe, sevgilime, anneme, ablama... Verebileceğim bu iki şey benim için değerli, hayatımdakiler için manasız iki duyguymuş.

Yalanlardan, aldatılmaktan, stratejilerden yoruldum.

Dostum yok. Sevgilim yok. Kedim yok. Köpeğim yok.

Sanırım böylesi daha iyi. Size inanıp uykusuz geçireceğim geceler yaşamaktansa, kendi bahçemde oynarım. Merak etmeyin, canım isterse ben kendimi çok güzel kandırırım.

Onuncu köyden sesleniyorum. Duymamanız çok olası.

Burada kimse yok çünkü.

Ama manzara nası güzel...

Avatar
Avatar

Neden böyleyim?

Yıkamaktan solmuş kıyafetler gibi, sevdiğin insanın mimiklerini unutuyosun zamanla. Yüzü kayboluyor zihninden yavaş yavaş. Yok oluyosun. Her sabah duyduğun, her gece uyurken kulağında çınlayan ses tonunu unutuyosun. Hayal etmen bile faydasız. En çok da gülüşünü. Hani o dünya yansa umrunda olmayacak gülümsemeyi görmeyi unutuyosun. Siliniyor güzellikler... Bi çift göz kalıyor aklında sadece. Son bakış yer ediyor zihninde. Kazıyarak ev belliyor aklında bi köşeyi kendine. Göz pınarına biri çöp tıkamış gibi. Ağlamayı bile beceremiyorsun bir zaman sonra. Ayna önünde çöküşünü izler gibi akıyor günler. Sonra gün geliyor bi bakıyorsun başkasına gülüyor o gözler. Gördüğünde içini yakan, sonrasında acı acı gülümseten mimiğinle yaşıyorsun işte. 

‘Sen neden hep hüzünlüsün’ diyorlar bana. Çünkü hep lafta kaldılar. Çünkü hep arafta bıraktılar. Çünkü hiç yoktular.

 ‘Sen nasıl bu kadar güçlüsün’ diyorlar. Çünkü hiç sırtımı yaslamama müsaade etmediler. Dizlerim kanamıştır ama yıkılmama izin vermediler. 

‘Sen ne kadar iyisin’ diyorlar. Çünkü kötülüğün âlâsını gösterdiler bana neden birinin bunu yaşamasına sebep olayım ki?

‘Neden yalnızsın’ diyorlar. Çünkü artık birini evim olarak görmediğim sürece böyleyim. Kapıların çarpıldığı yer benim evim olamaz.

Sarıldığınızda, içinizde en ufak bir şüphe/kaygı kalmayan insanlarla ömrünüz olsun. Bunu okuyan insanlar için dua edeceğim bu gece.

Avatar
Avatar

Unut onu.

Söyleyecek çok şeyimin olmasıyla susacak şeylerimin fazlalığı burun farkıyla yarışta. Kim burnunu soktu bu işe bilmiyorum.

Bir çift gözü unutamıyorum. Bir çift gözün bana hissettirdiklerini unutamıyorum. O dokunduğunda hissettiğim şeyi unutamıyorum. Kimseye dokunamıyorum, kimsenin bana dokunmasına izin veremiyorum. Bu son olsun derken bu sonum olsun demek istememiştim.

Hiç unutmak gibi bir derdim olmadı şimdiye kadar. Hiç unutmak için bu denli istekli olmamıştım. Unutamıyorum. 

Yapabileceğim her şeyi yaptım, içimde iğne ucu kadar “şöyle yapsaydım daha mı iyi olurdu?” sorusuna yer yok. Normalimin dışındaydım. Olması gerekenden çok daha sakin, bağışlayıcıydım. 

Tanımıştım onu. O benim bir zamanki halimdi. Hırçın, yorgun, bencil... Kalbindeki yangının acısını tüm dünyadan çıkarmak istercesine kızgın. Yaralarından kurtulmak yerine, başkalarında açtığı yaralarla kalıcı olmak isteyen. Sonundan emin olup, sonunu düşünmeden yaşamak isteyecek kadar hayat dolu. 

Susarak atamadım. Durarak atamadım. Belki böyle geçer. 

Seni çok özlüyorum. 

Her sabah ve her akşam, aldığım ilk yudumda, kurduğum her alarmda, kustuğum her anımda, uyuyamadığımda, uyandığımda, durduğumda, koştuğumda, gülerken, ağlarken... hep. Sanki hiç bitmeyecek gibi.

Görsem ne hissederim bilmiyorum. Sarılsam geçer mi emin olamıyorum. Önümü göremiyorum. Ölümü bile göremiyorum artık.

Kafamda dönen tek bir cümle var. Olması gereken tek şey “unut onu”

Bu yazıyı nasıl bitireceğimi bilmiyorum. Bu gece nasıl uyuyacağımı bilmediğim gibi. 

Avatar
Avatar

İnan(ç)mıyorum.

İnançlı biriyim. 

Şimdiye dek hep mantık-sevgi çerçevesinde ilişkiler yaşadım. İlk yaramı aldıktan sonra akıllandım çünkü. Yara almamak üzere kendimi dizayn ettim. Öyle olsun istedim, öyle de oldu. Çıkmaza girdiğimde dualar ettim, hayırlısıysa olsun diye. Bu işte hayır varsa tekrar bir araya getir bizi, yoksa yolumuza bakalım diye. Çok şükür sevdiği kuluyum sanırım. Bana zararı olabileceklerden beni uzak tuttu, çabucak vazgeçtim. Tekrar bir araya gelmedik. Yoluma baktım ben de...

Kim benden yardım istese, kendi mutlu hayatım ve doğrularımdan yola çıktım. Empati kurdum elbet ama bak dedim ben mutluyum, sen de böyle yap. Yazısız kuralları yok saydım.

10 sene önce, şaka değil tam tamına 10 sene önce yaşadığım bir şeyin dejavusunu yaşatıyor şimdilerde hayat bana. Hani böyle şey dersin ya; o ana dönebilsem, ah şimdi olsa şöyle yapardım diye... Hayat bana bir seçenek sundu. Adı AŞK. Şüphesiz ki bana “demek mantık, demek sevgi, al bakalım doğrularına ve o muhteşem(!) hayatına bir daha bakalım buradan” dedi. Sağolsun, sever ya beni.

Şimdi düşünüyorum da hayatım kocaman bir yaranın etrafında oluşan enfeksiyonlar, kabuğunu kaldırdıkları için iyileşemeyen bir yaranın içinde boğulmaktan ibaretmiş. Zor zamanlardı, atlattım. Belki atlattığımı sandım ama başa çıktım ben bununla. Neyse. Aşık oldum. Kafa falan gitti komple. Neyse ki otokontrolüm devreydi çoğunlukla, beni sakinleştirdi. Sakinleştirmekle kalmadı peygamber sabrı verdi. Çünkü AŞK dediğin öyle zormuş ki... Onunla tekrar karşılaşınca anlıyorsun. Yıllar önce çok sevip de kaybettiğin bir eşyan gibi, çocukluğunu yaşadığın mahalleye dönmek gibi, liseye başladığın o gergin ama heyecanlı zamanlar gibi...

Dev bir korku yumağı. Uçsuz bucaksız bir tutku ama aynı şiddette olan kırgınlıklarıyla girdi hayatıma. Yazarken bile inanamıyorum, yazarken bile şoktayım hala. Sustuklarıma, alttan aldıklarıma, düzeltmeye çalıştıklarıma, gittiklerime... Offf. Mantığı yok ki işte. 

Bu kez öyle alttan aldım ki. Öyle özlemişim ki otokontrolü kaybetmeyi... Sevginin yoğunluğundan gözlerimin dolmasını, yanağıma dokununca içimin titremesini, bir gülüşüyle yaşama sevincimin katlanmasına. Nasıl bir özlemek!

10 sene sonra tarifsiz bir yara daha açıldı bende. Bir 10 yıl da böyle gider ömrümden işte. Çünkü önemi yok artık. Çünkü gerçekten hiçbir şeyin önemi yok artık.

İnançlı biriyim.

İnandığım her ne ise, benim mutlu olmamı istemediğine eminim. Herkes çift olmak üzere yaratılmamış belli ki. Bana yalnızlığı, bana duvarlara konuşmayı, bana sözcüklerle dans etmeyi uygun görmüş. 

Bu gece sabah olur mu bilmiyorum. Bu günler kolay geçer mi bilmiyorum. Tek bildiğim, artık dua etmiyorum. 

Ahdım olsun. Bir daha aşık olursam kendimi öldürürüm.

Hiç düşünmeden.

ve artık bildiğim en güçlü beddua: Umarım aşık olursun.

Avatar
Avatar

Kırılma noktası, yaralar ve diğerleri...

Robot olmadığımızdan mütevellit, hayatımızın bir “geçmişi sil” özelliği yok. Ne kadar silsen de zaten ön bellekte, cookilerde kalıyor arızalar ve hatıralar...

Yaralı insan, hasarlı zihin ürkütücüdür çoğu zaman. Hem kendilerine hem etrafındakilere hayatı zehir etmeye and içmiş askerlerdir onlar. Duygularını iyi-kötü diye ayırmayıp “hepsi benim çocuğum” diyenler olarak da bir elin parmağını geçmiyoruz sanırsam. 

Bir kabullenilmişlik mi, olgunluk mu, pasif direniş mi bilmem ama ben profesyonel bir yara seviciyim. Çünkü bir insan yara almayı göze alacak kadar kendini bıraktıysa, hayatının da yaşamaya değer olduğunu düşünüyordur derim. Kendi yaralarımı iyileştirdikten, belki de acısına kimseyi ortak etmek istemeyecek kadar bencilleştiğimden beri hayatımın gidişatı değişti. Hepimizin var işte bi şeyleri. Kimimiz aldatıldık, kimimiz terk edildik, kimimizi yok saydılar, kimimizi dünyalarının merkezine koyup bir kamyon anlam yüklediler. Altında ezildik. En normalimizi bile, başkasını hasta edenlerle çarpıştırdılar ki bi noktada birbirimize uyum sağlamak adına deniz seviyesinde duralım.

Bu şey gibi. Hani hayatta en değer verdiğin, ailenden birinin ölümünü göz göre göre yaşarsın da asla ama asla hiç kimse ne hissettiğini anlayamaz ya... ama hassas davranır. Hak verir. Empati kurmayı dener. Bir de bunun tam tersi var işte. O ölümün acısını tüm dünyadan ve insanlıktan çıkarmak isteyenler... Bu korkunç olanların koğuşu tam olarak... Hak vermeniz, sakin kalmanız, dinlemeniz, kendinizi anlatmanız falan onlar için hiçbir şey ifade etmez. Çünkü ortada bir ölü vardır, onların da o keskin ve ağır kokuya karşı garip bir sempatileri oluşmuştur. 

Ben ancak yaraları olanların birbirini iyileştireceğine inanıyorum. Ben ancak yaraları olanların birbirine sarıldığında başka bir bağ kuracaklarına, konuşmadan da birbirlerini anlayıp hayata tutunacaklarını savunuyorum.

Yaralarını öne sürüp iyileşmeyi istemeyenlere yapacağınız şeyler çok sınırlı. İyileşmek istemeyeni iyileştirmeye çalışmak da bir tür hastalık çünkü...

Avatar
Avatar

Alış-ma.

İnsan ve alışma seleksiyonu ne tuhaf. Adeta kabımıza göre şekil alan sıvılarız, başımıza ne gelirse gelsin. Yaşamaya devam etme güdümüzü kamçılayan şey de bu sanırım. Bu muhteşem-ürkütücü bir durum. Her şeye alışabileceğini fark ettiğin an 'vazgeçilmez' kelimesi sözlükte anlamını bulamıyor falan. Konuşma odacığımda dünyaları kurtarıyordum da yazıya dökünce biraz şey oldu. Bu aralar kafam çöp torbası. Siz bana bakmayın. Öperim.

Avatar
Avatar

ÇIT.

Belirsiz bir süredir olduğu gibi, bugün de vapurda aynı yere oturdum. Kadıköy'den binince sağda, içerde önü kapalı olan tek yer. Gösteririm görüşünce. Uzun zamandır okuyamadığım ne kadar kitap varsa, hepsini aynı anda okuyorum şimdilerde. Kitap yazmak kadar kitap okumak da yalnızlık işiymiş meğer. İçimdeki sızı ve boşluk, tahtını kabullenme ve sabra devretti. 'Neden ben?' diye sormuyorum mesela artık. 'Vardır bi sebebi, artık kendini yorma' en güzel telkin yöntemim oldu. Uykusuz gecelerim yerini garip rüyalara bıraksa da, hiç uyumamaktan daha iyi haldeyim. İyi halden indirimdeyim. Zayıflamışım. İçimden 'karakter olarak mı?' diye sorunca gülmüyorum. Her iki şekilde de üzücü çünkü. Üst üste gelen her şeyi ben çekmişim üstüme meğer. Artık negatif söylemleri bıraktım. Ne istediğimi bilerek yaşamaya çabalıyorum. Yıllaaaar önce kalbimden gelen gürültünün son can çekişmesiydi bu. Çıt dedi sağlam kalan son parça. Yankısı kulakları sağır eden bir ÇIT. Sanki ikinizi bir trafik kazasında kaybetmiş gibi şoktayım. Şimdi yolda hep seni görüyor gibi oluyorum. Hep sen arıyorsun gibi çalıyor telefon. Alışmak ne büyük zehir. Tüm hücrelerimde hissediyorum. Artık dönüşüyorum. Hayal etmediğim bambaşka birine doğru istemsizce yol alıyorum. Kendime alışmam zaman alacak. Sonra kendime alışmaktan da vazgeçeceğim, biliyorum. Son ÇIT sesi duyulana kadar, şimdilik hoşça kal.

Avatar
Avatar

İtiraf.

Gösterişi sevmedim hiç. 

Kimsenin Facebook duvarına 'doğum günün kutlu olsuuuun' yazamıyorum mesela. Arayıp sesini duymak ya da sadece onun görebileceği bir mesaj atmak daha samimi geliyor bana. 

Önünde kocaman marka yazan kıyafetleri giyemiyorum. Kıyafetlerine göre insanlara değer biçenler için de uygun değilim bu yüzden. Çok yetenekli insanlar tanıdım bu hayatta. Bunun havasını bir başkasına atmadım da.

Elimi kurulamak için kağıt havludan tek parça alırım mesela. Fazlası zarar, fazlası gereksiz, fazlası artistlik gibi geliyor bana. Bir tane yetiyor sonuçta. 

Bildiklerime kıyasla, bilmediklerimin sohbetini yaparım muhabbet ortamında. Öğrenmek, öğretmekten daha sihirli geliyor bana.

Vücudumda beğendiğim yerleri bile kendime saklarım inatla. Bir başkasının onayına ihtiyaç duymam bu konuda.

Yeni tanıştığım insanlarla dolu masada, en sessizi ben olurum çoğunlukla. İşimi söylemem, yaşımı söylemem sorulmadıkça. 

Yıllardır yazarak geçimimi sağlamama rağmen 'yazarım' demekte bile zorlanıyorum hala. 

Ama bir şey var ki, sus dedikçe daha çok bağıran çocuk gibi içimden taşan. Yollarda koşup haykırmak, Tanıdık tanımadık herkese anlatmak istiyorum bütün heyecanımla. Ellerim titriyor, gözlerim doluyor hayal kurdukça. Hayatımın en büyük gösterisi, gösterişi olacak bir sirk çadırı var midemde. Saçlarıma düşen beyazlara inat, gözlerime yıldızlar kamp kurdu adeta. Sesim kısılana dek anlatmak istiyorum tüm dünyaya. Sana itiraf etmekte zorlandığım ne varsa...

Avatar
Avatar

Keşfedilecek neyimiz kaldı ki?

O kadar meraklıyız ki her şeyimizi her yerde paylaşmaya…

İsmimizin baş harflerini plakamıza yazıyoruz, Birkaç sosyal mecraya bakılsa; kiminle ne kadar süredir birlikte olduğumuzu, hangi şarkıları sevdiğimizi, hangi oyunları oynadığımızı, nerelerde gezdiğimizi, ne yiyip içmeyi sevdiğimizi, kimlerle takıldığımızı bulabiliyoruz. T-shirtlerimizin üstünde yazılı mesajlar iletiyoruz. Saç rengimiz/şeklimiz bile tek söze ihtiyaç duyulmaksızın sinyal gönderiyor adeta. Siyasi görüş bildirmek, ahlak sınırlarını sansürsüzce paylaşmak çok olağan artık. Kolyemize bile ismimizi yazacak kadar delirdik.

Her şeyi her yerde paylaşıyoruz. Hiç çekinmeden. Sakınmadan.

İlginçtir ki günün sonunda etrafımdaki herkesten aynı şikayeti duyuyorum. “Niye birisi beni keşfetmiyor? Neden beni merak etmiyor?”

Sorarım size: Keşfedilecek, birileri için merak edilecek neyimiz kaldı ki?

Avatar
Avatar

Beni anla.

Sıkışmış hissediyorum.

Yeni taşınılan evde, odaya sığmayan L koltuğun bir parçası gibi.

Ölümden korkmuyorum ama sıkışmışlık hissi ölümden beter.

Ölüm beter değil aslında.

Bir sessizlik anı.

Ağaçtan yere düşen bir yaprak.

Kuşun havalanırken çırptığı ilk kanat sesi.

Uzaktan duyulan bir siren.

Sahilde en yakına gelen dalga.

Belki bir gökkuşağı.

Belki aniden yağan yağmur.

Bir kasırga.

Sonra meltem. Sonra güneş.

Doğrular beni yoruyor.

Doğru yaşamak bir zorundalık gibi.

Doğru yapmak kötü bir alışkanlık.

Yanlış yapmayı özledim.

Doya doya hatalı olmayı özledim.

Umursamayı özledim.

İçinden ölüm geçen şarkıları dinlemeye korkuyorum.

Ölümden korkmuyordum oysa?

Çünkü doğru olan, ölümden korkmamak.

Doğrulardan yıldım.

Korkuyorum.

Yanlış yapmaktan korkuyorum.

Yarın çok pişman olacağım şeyler yapmak istiyorum.

Ama pişman olmak istemiyorum.

Biraz hataya yerim yok mu?

Biraz yanlış yapma şansım yok mu?

Kusursuz olmaya çalışmak çok yorucu.

Ben de artık sorun çıkartmak istiyorum.

Anlıyor musun?

Avatar
Avatar

Atla git.

Küçükken ayağıma basan atla birlikte başladı belki de acıyı sevme halim…

Bilirsin, atları hala çok severim.

Ruhuma kodlanmış gibi küçüklüğümden beri.

Peşimi bırakmayacağını anlayınca sevmeyi denedim.

Sonra alışkanlık oldu, ben onun peşini bırakamaz oldum.

Acı dediğin mutluluktan daha gerçekti ömrümün çoğunda…

Mutluluğumu unuttuğum çok olur. İyi şeyleri kulak arkası ederim de hüzün

denizinde boğulduğum zamanlar gölge gibi izler beni…

Güzelliğim çok can yaktı. Canım çok yandı. Bir suçtan müebbet yemiştim sanki…

Güzelsem aptaldım. Güzelsem anlamazdım. Güzelsem sevmezdim.

Kılıf benim değil ki içine koymuşlar kullanıyorum işte!

Görülenden daha gerçektim. Uyum sağlamak için kalıplara girmeye çalıştım.

Giremeyince yine kötü oldum. Ben bendim, ben buydum.

Kendimi geliştirmek, kendime öğretmek, kendimi büyütmek için attığım her

adım “dünya onun etrafında dönüyor sanıyor” diye yankılandı. Doğruydu. Bu

benim dünyamdı ve dünyam benim etrafımda dönüyordu!

Başkalarının söylediklerinin hayatımı şekillendiremeyeceğini anladığımda 15

yaşındaydım. O yaştan sonra söylenen her şey bana sekip sahibine geri döndü.

Otuz oluyorum. Yürüdüm, koştum, düştüm, kanadım. Kanattım.

Ama hep kanattım.

Çünkü özgürdüm. Hor görülünce uçtum.

Çünkü hep uçtum.

Ortada durmayı bilemedim. Dengem bozuldu.

Yeni bir yıl diyorlar. İçimde hiç heyecan yok. Çünkü her günü yeniden yaşadım.

Hayal kurmak için sayıların dönüşümünü beklemedim. Bilirsin, hayal de kurmam

zaten.

Dedim ya, otuz oluyorum.

Kaz tüyü yanımı, seninle birlikte bıraktım.

Şimdi yollar sarp, sert ve keskin.

Kendime atlar kadar duygusal ama bir o kadar da asil bir yıl dilerim.

Avatar
Avatar

Yollu yazı.

Uzun yolları hep sevdim. Teşbihe mahal varsa  “hayat nedir?” dense

“upuzun yoldur” derim. Günün sonunda hayatı da sevdiğim gerçeği

sır değil elbet.

Yola çıkarken su dökenin oluyor da, su gibi geçmiyor zaman. Başlarda

pek anlamıyorsun, etrafı seyrediyorsun umarsızca. “Gökyüzü neden

mavi? Ağaçların da canı var mı?” diye sorarken yeni bir şey

öğrenmenin verdiği hazla filizleniyor hayatın.

Muavinden bisküviyi tek başına isteme özgüvenine eriştiğinde, biraz

daha belirginleşiyor yolun gidişatı. Diğer yolcularla tanışıp yeni

hayatlara ortak oluyorsun. O ortaklığın, ömrünün sonuna kadar senin

“doğru-yanlış” algına etki edeceğini bilmeden…

“Kendimi bildim bileli” diye izahat vereceğin zamana dek “kendini

bilme” sürecin yolculuğun en keyifli zamanları oluyor… Güneşin

neden sarı olduğunu bildiğin, aslında bildiğini sandığın o dönemler…

Yolundan çıkarmak isteyenlerin, kendi yoluna ortak etmek

isteyenlerin de tuzağına düşüyorsun yer yer. O sarp yollardan kendi

yoluna dönmek sana epey vakit kaybettiriyor ama öğreniyorsun onu

da.

Bazı geceler yolculukta uyumayı düşünmek bile görkemli bir hayal

oluyor. Sanki sen uyurken kaza olacak ve uykunda ölürsün

korkusundan öylece bakakalıyorsun farın aydınlattığı yola…

Güneş doğuyor mutlak her sabah ama eskisi gibi mutlu edemiyor

seni. Bir bakıyorsun denizin mavisi, yeni kesilmiş çimen kokusu

tekdüze olmuş ömrünün bir noktasında…

Bazen durmak istiyorsun ama mümkün olmuyor. Yol gidiyor çünkü.

Yol uzun…

Sonunda ya varış rotanı belirliyorsun ya da yolda başına geleceklere

amade akışına bırakıyorsun her şeyi…

Sonra anlıyorsun ki asıl mesele hangi yoldan gittiğinden ziyade, yan

koltuğunda kimin oturduğunu seçmekten ibaret.

Sana yaşamayı sevdirecek basit soru cümlesini duymak istiyorsun.

“Her şey yolunda mı?”

Avatar
Avatar

Nasıl?

O kadar yalanın içinde nasıl yaşayabiliyorsunuz?

Manik depresif ilişkilerinizin adını aşk koydunuz. Kimse bir şey demedi.

Şizofren döngülerinizi geçmişinize bağladınız. Susuldu.

Olmayanı olmuş,

sevdiğinizi sevmemiş,

görmediğinizi görmüş gibi davrandınız.

Nasıl yaşıyorsunuz sahi?

Avatar
Avatar

Sen yokken.

Sen yokken 'gelinlerin tatlı telaşı' sayfasını trolledim. Vapurda müzik yapanlara 'la bi durun iki dakka susun da manzara izliyek be!' dedim. Dayak yiyodum az kalsın. Çocuğun biri beni dolandırmaya kalktı, 22 liramı kaptırdım. Yine ucuz atlatmışım. Sen yokken o yere bakan tilki capsi var ya heh işte öyle oturdum evde. Kapı kapattım, pencere açtım. Çamaşırları astım e tabi hemen yağmur yağdı, lanet ederek topladım. Gök gürültüsüne uyandım, altıma sıçıyodum az kalsın. Işıkları açıp oturdum kuş gibi. sonra. Sen yokken işten erken çıktım, kendime küçük heyecanlar yarattım. Hava hep bok gibiydi. Bi anda kış geldi, herkes depresyona girdi. Yürüdüm, çok yürüdüm. İçtim. Ağzına bi yumruk çakmak istedim. En son arayıp 'senin ben amk yaaa' diyebildim. Sen yokken, ben vardım. Seni bekliyorum işte. Varınca çaldırsana?

Avatar
Avatar

Gitmeyeyim.

Giderken kırıp dökmeden gidemiyorum ben.

Sanki ancak öyle hakkını verirmişim gibi geliyor. Yıkarken her şeyi, karşımdakinin son kez elimden tutmasını istiyorum sanki. Gitme desin. Yapma desin istiyorum.

Bu bencillik midir bilmem. 

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.