rüzgar, sözleri içine çekebilse mümkün olamayacak bir yutkunuş koşmaya başlar mı? çağırdığım fısıltıların ucu bir kıvılcım gibi kapalı anlar içine saklanıp bir bir açılmaya başlasa ve gündüzle gece arasında gelip giden bir gizli görev gibi sırtına yüklediği acıyı olduğundan daha küçük gösterse kırılır mı bir ayna? derken yaklaşıyor sesi, gövdesi renk değiştirirken bir düşüncenin. titreyen sayısız yüzünü seyredeceğim diyorum. ruhum uyurken kaderim benim için ömrümün içinden geçip başka bir aleme giden gürültülü bir zindan gibi. kahverengi gözlü bir köpeğin ayağının dibindeyim. saflık içinde insanlara kaptırdığı hayatının başında açmış bir çiçek gibi yer edinmişim zihninin içinde. asıl yerimi yadırgadığım birkaç geceden sonra mahzene gidip karanlığın uğultusuyla kendimi iç didikleyen bir amaçla karıştırıyorum. ‘çektiğin harekete inanacaksın.’ akla sığmaz bulduğum bir amaç uğruna zayıflayıp sönmeye başlayan bir ispirto rengine dönerken, her şeyin şeklini yitirmiş olmasına şaşırmayıp, kırık fikirlerle dolu bir sepetin içine yığılıp kalıyorum. karlı tepelerden süzülen sular gibi el ele tutuşurken hakkında konuşacak bir ölüm beliriyor. toprak ve kökler su içinde, yatağına sığmamış ıslak bir saç teli gibi.
‘soluduğum hava değil, tozuyan aklım.’