A TEXT POST

15-16 Temmuz'da sokağa çıkanlar kim?

fotibenlisoy:

image

Darbenin geriletilmesinde “sokağın” belirleyici bir rol oynamasının önümüzdeki siyasal gelişmeler açısından ne gibi sonuçlar doğurabileceği sorusunun cevabı tüm toplumsal muhalefet açısından kritik önemde. Darbe girişiminin karşısına çıkan sokak mobilizasyonunu mistifiye etmek, onun hangi liderliğin peşinde, hangi sembol ve sloganlar etrafında seferber olduğunu bütünüyle unutarak “halk” ya da“siviller”gibi kavramlarla idealize etmek ne kadar gerçekçilikten uzaksa cunta karşısında sokağa çıkan kitlelerin kafa kesen İŞİD’çi ya da “İslamofaşist” bir toplam olarak tasviri de o kadar hatalı. Tankların önüne çıkan kalabalıkların heterojenliğini dikkate almayan bu tür topyekûnleştirici değerlendirmeler yanlış.
AKP iktidarını hedef alan darbe girişiminin karşısına çıkan kitlelerin öncelikle ve ağırlıklı olarak AKP’li olması doğaldır. Muhtemelen parti örgütünün hiç değilse bir süredir siyaseten “talimli” olduğu bir eylem planı çerçevesinde yukarıdan aşağı, parti kurum ve kurullarının organizasyonel kapasitesi seferber edilerek mümkün kılınmış bir sokak hareketliliği bu. Diyanet İşleri’nin dikkat çekici bir rol oynadığı, polis kuvvetlerinin operasyonel çerçeveyi oluşturduğu, devlet-hükümet olanaklarının devreye sokulduğu bir sokak seferberliğiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla “aşağıdan yukarıya” gelişen, kendiliğinden bir halk hareketi değil, büyük oranda bir hükümet-partinin seferber edici olanaklarına yaslanan bir sokak hareketlenmesi bu.
Ancak bu yukarıda sayılanlar, darbeci silahlı güçler karşısında hayatı pahasına sokağa çıkan kitlelerin “bindirilmiş kıtalar” olduğu anlamına da gelmiyor. Sokağa çıkanlar arasında parti tabanının daha “katı”, Erdoğan’ın kişilik kültü etrafında “ideolojikleştirilmiş” bir çekirdeğin belirleyici bir rol oynadığı söylenebilir. Kritik çatışma anlarında bu unsurların daha geniş kitleye bir tür askeri ve elbet politik liderlik etmiş olduğunu söylemek de olası. Bununla birlikte, sokağa çıkan kalabalıkların ezici kısmının, Erdoğan devrinde sembolik ya da maddi kazanımlar elde ettiğini düşünen, AKP’nin yoksulluğun yönetilmesi politikalarının yarattığı paylaşım mekanizmalarından şu ya da bu biçimde istifade eden, Erdoğan kaybederse kendisinin de kaybedeceğine inanan kesimler olduğu açık. “Kazanımlarını” kaybettirecek her türlü girişime karşı sınıfsal ve kültürel bir öfke ile verilen bir tepki bu. Bu geniş kitleyi, yani AKP’nin alt sınıfların ağırlığını oluşturduğu toplumsal tabanının ezici bir bölümünü “IŞİD zihniyetli”, “Nusracı” diye etiketleyerek bir tür “kara kalabalıklar” olarak tanımlamak, mevcut siyasal güç dengelerini değerlendirmekte vahim bir hata anlamına gelecektir.
Bu süreçte mobilize olan söz konusu tabanın “demokrasiyi” otoriter bir çoğunlukçu hâkim parti rejimi olarak anladığına, siyasal kültüründe erkek egemen ve şoven temaların önemli yer tuttuğuna şüphe yok. Üstelik bu kitle seferberliği, önümüzdeki dönemde AKP/Erdoğan rejimi için muhalefet karşısında bir tür “sopa” işlevi görebilecek bir sokak gücünün oluşturulmasında kritik bir rol de oynayabilir. Hal böyleyken ve darbe girişiminin mağlubiyete uğramasının ardından sokakta kimi tacizler söz konusu olmuşken Alevilerin, kadınların, Kürtlerin, solcuların kaygı ve endişe içerisinde olmaları haklı ve elbet anlaşılır bir durumdur. 
Ancak bu endişeyi ifrata vardırıp darbe karşıtı sokak hareketini şeriatı getirecek bir tür yeni “31 Mart Vakası” saymanın, toplumsal muhalefeti panik ve dağınıklığa sürüklemekten başka sonucu da olmayacaktır Darbeye karşı sokağa çıkmış kalabalıkları bir faşist kitle hareketi olarak tanımlamak, solun bu kitlelerle (elbette bu tabanın “sert” ideolojik çekirdeğinin haricindekilerle) iletişim kurmaması, kurmaya niyet dahi etmemesi anlamına gelecektir. Bu durum, solu içe kapatan, yaşam tarzı savunusundan, kendi mevcut “alanlarını” korumaktan başka hiçbir ilgisi olmayan bir orta sınıf apolitizmine sürükleyecektir. Oysa Türkiye’de demokrasi cephesi güç kazanacaksa bu, AKP tabanını siyaseten yararak, en azından bu tabanın bir kısmının AKP liderliğine mesafe almasını sağlayarak olacak. Yani bu toplumsal tabanı külliyen ve siyaseten etkilenip değiştirilemeyecek bir öze sahip bir “düşman” addetmektense AKP’nin kendi “mahallesindeki” olası kaçış ve ihlal dinamiklerini dikkate alan, onları kışkırtmaya soyunan yöntemleri aramamız gerek. Bu elbette kolay iş değil; ancak uzun ve meşakkatli de olsa başka yürünecek yol yok. Aksi, sınıfsal hiçbir karşılığı olmayan bir “mahalle siyasetine” bütünüyle teslim olmak demek.

(Söylemeye gere bile olmamalı ama darbe girişiminin püskürtülmesi elbette sevindirici bir gelişmedir. Darbe başarılı olsaydı mevcut karanlık daha da derinleşmiş olacaktı. Ancak daha şimdiden başarısız darbenin yeni bir baskı dalgasının, fiili olağanüstü halin olağanlaşmasının bir mazereti olarak kullanılacağına dair emareler çoktur.  Bugün yapılması gereken, çok alametleri beliren bu ihtimale karşı mücadelede öne çıkmaktır. Tam da bunun için soğukkanlılığa ve güçler dengesinin gerçekçi bir değerlendirmesine muhtacız.) 

Reblogged from fotibenlisoy
  1. justbanusch-blog reblogged this from fotibenlisoy
  2. birben reblogged this from fotibenlisoy