Avatar

Kara Klavyenin Yükselişi

@minel-kelam / minel-kelam.tumblr.com

Avatar

Beyaz Çikolatayla Bitter Çikolatanın Aşkı

Mehmet bey küçük bir pastahanesi olan kendi halinde bir adamdı.Yaşadığı küçük şehirde popüler sayılırdı.Mütavazı pastanesini herkes çok severdi. Mehmet bey tatlı yapmaktan, şekerle çikolatayla, hamurla uğraşmaktan ve yaptığı tatlıları yiyen müşterilerinin yüzündeki mutluluğu görmekten zevk alırdı.Her gün sabah namazından sonra ekmek teknesini açar, arka taraftaki küçük mutfağına geçer, taze taze tatlılarını yapmaya başlardı.Büyük bir aşkla yaptığı tatlılarının arasındaki bir aşktan habersizdi lakin, beyaz çikolatayla bitter çikolatanın aşkı. Alt alta raflarda duran bu ikili birbirlerine hem çok yakın hem çok uzaktı.Birbirlerini görüyor,  kokusunu duyuyor ama bir araya gelemiyorlardı. Bir gün Kader isminde sevimli mi sevimli bir kız çocuğu gelmişti pastaneye.Biraz utangaç biraz heyecanlı yaklaştı Mehmet beye doğru.'Hoşgeldiniz genç bayan.' diyip küçük bir kurabiye ikram etti Mehmet bey küçük kıza.Çekinerek aldı kurabiyeyi küçük Kader.Ağzına alamadan lafa girdi hemen 'Mehmet amca yarın benim doğumgünüm,  bana koskocaman bir çikolatalı pasta yapar mısın? Ama içinde beyaz olan çikolata da olsun siyah olan da' demişti. 'Yarına pastan hazır küçük hanım.' dedi Mehmet bey.Mutlulukla pastaneden ayrıldı Kader. Ertesi sabah Mehmet bey kolları sıvayıp başlamıştı küçük Kader'in doğumgünü pastasına.Özenle pasta kekini hazırlamıştı Mehmet bey her zamanki gibi.Üzerine de meyve ve muhallebiden oluşan karışımı bir güzel yaymıştı.Hazırladığı ikinci bir pasta kekini tekrar üzerine koyup raftan beyaz ve bitter çikolatayı almıştı.Çikolataları nazikçe kırıp kabın içinde bir güzel eritmişti.Pastanın üzerine de aynı incelikle yerleştirmişti bu güzel karışımı.Böylelikle beyaz çikolata ve bitter çikolata Kader'in isteğiyle birleşmişlerdi.

Avatar

Bu hafta hediye gelen kitaplarımı okudum.Yazarları daha önce duymamıştım ne yalan söyleyim.Çocuk ve Kral kitabının müellifi Ebu Basir et-Tartusi İslam dünyasının cihad hareketlerinin önemli isimlerinden.Işid'in harici bir örgüt olduğunu mücahidlerin örgütü terk etmesi gerektiğini söylüyor.Kitap kısa ve öz.Kendini tanrı ilan etmiş bir kral ve ona karşı duran bir çocuğun kıssası.Günümüzün tağut ve diktatör yöneticilerine göndermeler yaparak işlemiş kıssayı, kitap hoşuma gitti, tavsiye olunur.Diğer kitabım Gaflet'in müellifini araştırdım bulamadım.Kitap çağımızın hastalıklarından biri olan gafleti açıklıyor.Nasıl korunuruz, neden gaflete düşeriz, gaflete düştüğümüzü nasıl anlarız gibi.Gafletin de güzel bir açıklaması vardı kitapta " Gaflet, insanoğlunun kalbine isabet eden en tehlikeli hastalıklardan biridir. " Tehlikenin farkında değiliz lakin.Gafletin bize uğratacağı zararlardan Allah bizi korusun.Kitaplarla kalın.. @okuyorumla

Avatar

Tutiname Yorumum geç kaldığı için özür diliyorum öncelikle, tumblr a ulaşamadım dün.Kitabım Tutiname anonim bir eser.Yazarı bilinmiyor, Sanskrit edebiyatına dayandığı söyleniyor.Hatta hangi zamanda yazıldığı da belli değil.Kitapta islami motifler vardı fakat Sanskritçeden sonra Farsça, Arapça ve Türkçeye çevrildiğinden her çevrildiği dilin kültüründen adapteler almıştır.Yani belki de İslamiyetten önce yazılmış olabilir bu eser.Kitapta bir papağanın bir kadına anlattığı hikayeler var.Tuti papağan demekmiş zaten, anlattığı hatun Mah-ı Şeker geçici süreliğene kocasından ayrı kalmak zorunda kalan birisi.Tutinin Mah-ı Şeker'e anlattığı bu hikayeler nasihat şeklinde ve genel olarak kadın erkek ilişkileri üzerine.Bazı hikayeleri sıkıcı bazı hikayeleri ilham verici güzel bir kitap.Tavsiye olunur.Kitaplarla kalın, iyi okumalar.. @okuyorumla

Avatar

Kara gözlüklerin ardındaki gözler kimin günahına ortak olur bilir misin?Öğrenmek istersen göz zinasıyla iştigal eden güneş gözlüklü nabekarların baktığı yere bak..

Avatar

İmam Gazali - Eyyühe'l Veled, Ledünni İlim Risalesi

 Kitap İmam Gazali'nin iki tane küçük eserinden oluşuyor.İlk kısım Eyyühe'l Veled(Ey Oğul) Gazali'nin öğrencisinin hocasına sorduğu soru üzerine Gazali'nin verdiği cevapları içeriyor.Sorunun içeriği, vakıf olduğu ilimlerin hangisinin ahirette kendisinin işine yarayacağını, hangi ilimleri öğrenmesi gerektiğiyle ilgili. İkinci kısım ise adından da anlaşılacağı üzere Ledünni ilmini açıklıyor.İlimlerin tasnifi ve mertebelerini, bu ilimlerde gelişmek için ne yapmak gerektiğini kısaca anlatıyor.Özet şeklinde bir kitap zaten.Ledünni ilmi de şu ki; Allah ile ilgili gayb ilmidir ve sonradan öğrenilebilen bir ilim değildir.Allah'ın ilhamıyla bahşedilebiliyor.Tasavvufi bir ilim yani Ledün ilmi.Nitekim Hz. Hızır'a bu ilim bahşedilmiştir."Biz ona katımızdan bir ilim öğrettik."Kehf 65.Kısa ve öz bir tasavvufi kitap okusam dediğinizde bunu elinize alabilirsiniz.İyi okumalar. Kitaplarla kalın.

Avatar
reblogged

Bir yiğit vardı, gömdüler şu karşı bayıra.’ Unutmadık güzel adam. (25 Mart 2009.)

Avatar
reblogged

Kızı ; namahrem görmesin diye gece gömülmek isteyen bir peygamberin, instagramda fotoğrafını az kişi beğendi diye üzülen ümmeti.

Avatar

Nihayet Dergi Şubat Sayısı

Derginin bu sayısını bizim gruptaki bir yorumda gördüm.Sanal Mahrem hep merak edip okumak istediğim bir konuydu.Yorumum gecikti internetimdeki sorundan dolayı, yoksa zamanında okudum yani :D Dergide sanal mahrem konusu güzel ele alınmış.Yazıları okuduktan sonra kendime dönüp baktım.Eleştirilen olguların çoğu bende de var.Ama Face ten tiksinir oldum dergiyi bitirince.Fotoğraf olarak beğendiğim bazı cümleleri bıraktım.Favorim “Birinin cüzdanında, çantasında, masasının baş köşesinde eşimizin, nişanlımızın fotoğrafını görsek duygusal tepkimiz ne olurdu?” Ben kıskanır, sinirlenir, üzülürdüm.Durum sanal alemde olunca neden iş değişiyor.Her hangi birisi istediği yerde istediği zamanda nişanlımızın eşimizin fotoğrafına bakabilir telefonuyla.Bu durumun tahlilini iyi yapmak lazım.Dergide sosyal medyayı kullanmayın demiyor esasen.Sınırlar oluşturarak kullanın diyor.Sınırlarımızı koruyalım.Kitaplarla kalın..

@okuyorumla​

Avatar

Marlinsky - Ammalat Bek

1800 lerde Kafkas Halkları ve Rusya arasındaki gerginliğin ve şiddetin iyice tırmandığı zamanları anlatıyor.Marlinsky bir Rus olmasına rağmen objektif yaklaşabilmiş olaya ve Rusların nasıl zulmettiğini gözler önüne sermiş bu romanda.O dönemde yine Tolstoy da bu objektifliği yakalayabilen yazarlardan(Hacı Murat romanından bahsediyorum)

O dönemlerde Ruslar yaptıkları zulmü haklı göstermek için dünyaya Kafkaslarda yaşayanların devlet otoritesine karşı gelen dağlılar olarak gösteriyordu.Tolstoy, Marlinsky gibi yazarlar ise romanlarıyla bu yanlış algıyı kırmaya çalışmışlar anladığım kadarıyla.

Romana dönecek olursak, Ammalat Bek bir halk kahramanı.Sert, cesur ve güçlü tabi.Avar Hanının kızına aşık olur bu kadar savaş ve hengame sırasında.Ruslarla olan yakın çatışmanın birinde esir düşer ve Rus albayın hayatını bağışlamasıyla bu albaya sempati beslemeye başlar.Bu durum bana biraz tuhaf geldi açıkçası.Romanın başında anlatılan Ammalat’ın herhangi bir Rus askere sempati besleyeceği aklımın ucundan geçmez.Ben de çerkes olduğum için rahatsız oldum hatta.Albay Ammalat’ı biraz ruslaştırmaya çalışıyor ve dininden de soğutup hristiyanlaştırmaya çalışıyor.Ama romanın başındaki o sertlikteki hem milletine hem dinine bağlı bi adam nasıl oluyor da ikisine birden sırtını çevirmeye başlayabiliyor.Anlam veremedim ben, okuyun siz anlam verin.

Harp döneminde biraz aşkın da serpiştirildiği hem o dönemin tahlilini yapabilmiş güzel bir roman.Çerkesseniz mutlaka okuyun derim.Geçmişimize ışık tutuyor bir nebze de olsa.Ha bir de yukarıda fotoğrafını koyduğum marş ölüm marşı savaşa giderken okunuyormuş.Kitapta daha uzun hali de mevcut.İyi okumalar, kitaplarla kalın.. :)

Avatar

Atatürk’ün din anlayışı doğrultusunda (ki, aynı görüşler kendi el yazılarında dile getirilmiş, ayrıca Türk Tarih Tetkik Cemiyeti Başkanı Tevfik Bey’e yazdığı mektubun sansürsüz hali de Atilla Oral tarafından yayınlanmıştır) Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin “uzman”larına yazdırılıp ilk baskısı 12.6.1932 tarih ve 11 sayılı kararı ile ders kitabı olarak kabul edilmiş ve Neşriyat Müdürlüğü’nün 83-5878 sayılı ve 19.7.1941 tarihli emriyle üçüncü defa olarak basılmış (Kitabın üzerindeki nottan) ve lise ikinci sınıflarda yıllar boyu okutulmuş “Lise II, Tarih” isimli ders kitabının “İslam Tarihi” bölümü tam bir faciadır.

Bu kitapta Kâbe “tavla zarı”na benzetilmiş, Kur’an “Muhammed’in fikirleri” şeklinde tanımlanıp, “vahiy” ve dolayısıyla Allah inkâr edilmiş, Hacer-ül Esved “Karataş efsanesi” denilerek aşağılanmış, Peygamber Efendimiz’den “Hicaz Peygamberi” (Türklerin başka peygamberi varmış gibi), “hicret”den “kaçış”, mübarek zevcelerinden “Muhammed’in karıları” diye söz edilmiştir…

Bu kadarı yeterli bulunmamış olmalı ki, Efendimiz’in mucizeleri “sonradan uydurulmuş hikâyeler” şeklinde karalanmış, hayatına ilişkin öğretiler “aşırı mübalâğa” olarak tanımlanıp genç dimağlara kuşku ekilmiştir…

Dünkü yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi, kimsenin dini inançları beni ilgilendirmez. İsteyen “dindar” olabileceği gibi, “dinsiz” de olabilir. İnancını ya da inançsızlığını istediği gibi savunup yaymaya da çalışabilir. Bu dahi beni ilgilendirmez.

Ben tarihi kimliklere tarihsel açıdan yaklaşırım. Ancak devletin tepesinde oturan, her sözü “kanun” sayılan biri, bu kimliğiyle kişisel görüşlerini ders kitaplarına geçiriyorsa, kendi din algısını Müslüman toplumun çocuklarına dayatıyor demektir!

İtiraz noktam da zaten budur. Yani beni ilgilendiren Atatürk’ün dindar olup olmaması değil, kendi din anlayışını ders kitaplarına geçirmesidir.

Öyle anlaşılıyor ki, o devirde hem eğitim sistemi, hem de tüm hayat “dinsizleştirilmiş nesiller” yetiştirmek üzere plânlanmıştır.

Bu tercih, “dindar” milletimizin tercihi olamayacağına göre, iktidardaki tek parti diktatoryasının tercihidir. Bu iktidarın en başında Atatürk, yanında ise İsmet İnönü bulunmaktadır.

Nitekim bahiskonusu ders kitabı, Atatürk tarafından okunup düzeltildikten sonra, “Başvekil İsmet Paşa hazretleri”ne (kitaptaki ifadenin aynısıdır ve ne tuhaftır ki, Peygamber Efendimize “Hazret” demeyi çok görenler, bir birlerine böyle hitap etmiştir) havale edilmiş, o da “Reisicumhur hazretleri”nden gelen dosyaya, “gereğinin yapılması” kaydını düşerek, “Maarif Vekili hazretleri”ne göndermiştir.

İş bu kitabın “Kur’an ve Vahiy” başlıklı bölümüne bakalım:

“Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’ân denir… İslâm ananesinde bu ayetlerin Muhammed’e Cebrail adında bir melek vasıtasıyla Allah tarafından vahiy, yâni ilham edildiği kabul olunur.”

Görüldüğü gibi bu ifadelerle açıkça “vahiy” inkâr edilmektedir. Yani İslâm’ın temeli tahrip edilmektedir. Yani bir anlamda Allah’ın da “inkâr”ı söz konusudur.

Ayrıca aynı kitapta ne Peygamber Efendimiz, ne ashab hakkında hiçbir hürmet ifâdesine yer verilmemiştir. Hatta 93. sayfada, “Ezvac-ı Tahirat”tan (Efendimiz’in pâk zevcelerinden) “Muhammedin karıları” şeklinde bahsedilmektedir.

Gelin bu kitabın, her Müslümanın hayalini süsleyen Kâbe konusunu nasıl değerlendirdiğine de bir bakalım…

“Kâbe; mikâp yâni tavla zarı şeklinde demektir (Çirkin bir benzetme!) Filhakika Kâbe çok eskidir. Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı da bilinmiyor. Arap an’anesi Kâbe’nin inşasını İbrahim Peygambere atfetmektedir.” (Bunu Arap an’anesi değil, doğrudan Kur’ân-ı Kerim söylüyor).

Tarih 16/17.08.1931… Atatürk Yalova kaplıcalarındaki köşkünde dinlenirken, bu kitabın müsveddelerini okuyor, hiç beğenmiyor ve “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Yüksek Başkanlığına” hitaben kendi el yazısıyla bir mektup yazıyor. Mektubun bazı bölümleri şöyle (günümüz diliyle):

“Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; ‘Ikre, Bismi, Rabbi’ safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır… Yazacağınız İslam tarihinin de bu doğrultuda toplayabileceğiniz belgelere dayanarak açıklanmasını önemli görürüm.” (Atilla Oral, Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu, 80 Yıl sonra ilk kez, kendi el yazısıyla, sansürsüz, Demkar Yayınevi/Tarih Dizisi, Istanbul 2011, 1. Basım, sayfa 61. Orijinal el yazısı; sayfa 75).

Bu işin en anlamsız ve anlaşılmaz tarafı, gerçek Peygamber’e veryansın eden kitabın, yalancı peygamber Müseylime’den övgüyle söz etmesidir:

“Hakikatte Müseylime de kıymetsiz sayılmayacak ahlâkî ve dinî bir mezhep ortaya koymuştur.” (Sayfa: 112).

Bilmem başka söze hacet var mı?

*Yavuz Bahadıroğlu*

Avatar

Sigmund Freud - Nevrozların Genel Kuramı

Nevroz nedir önce biraz bundan bahsedeyim.Gerçi nevrozun geniş bir tanımı var ve tanımlayan psikiyatriste göre değişebiliyor.Freud’a göre nevroz çocukluk hatta bebeklik döneminde geçirilen cinsel yaşamla ilgili içsel çatışmalar sonucu oluşuyor.Freud zaten psikolojik hastalıkların en azından psikanaliz biliminde incelenenleri arzu ve dürtülerle bağdaştırıyor.Haddim değil tabi ama bu konuda Freud’a pek katılmıyorum.

Genel tanımlamada takıntılı hareketleri de içine alan bir olgu söz konusu.Şimdilerde çok popüler olan obsesif kompulsif bozukluk(okb) aslında bir çeşit nevroz, saplantı nevrozu diye geçiyor.

Neyse, bu kitapta da nevrozların çeşitlerinden ve nasıl oluştuklarından bahsediyor.Freud’un ders notlarından oluşturulmuş bir kitap.Vaka sunumunu bu kitapta daha az gördüm.Hastalıkları vakalarla anlattığı kitaplar daha akıcı ve daha anlaşılır.

Kitabı bitirdikten sonra yahu acaba bende de nevrotiklik var mı diye kendimi sorgulamaya başladım.Çünkü bunun bir de derecelendirmesi var.Hafif nevrotik sayılabilirim bence.

Nevrozlarla ve nevrotiklerle ilgili daha geniş kapsamlı araştırmayı Karen Horney yapmış.Kadının 3-4 tane nevrozlarla ilgili kitabı var.Onlardan da bulabildiklerimi okumayı düşünüyorum.

Kitaplarla kalın..

Avatar

Nevrotikler, kendi hastalıkları içinde soyutlanmış insanlar.Ne günümüze tamamen bağlı ne geçmişine..

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.