john cheever'ın “yüzücü"sünün ne kadar iyi bir öykü olduğu hakkında bir iki şey söylemek istiyorum.
zaten ancak 10 sayfacık olan bir öykü hakkında spoiler vermeden bahsetmek herhalde mümkün değil: (ki zaten öykünün derdi de sanırım bir olayı anlatmak değil), evet evet, spoiler -
"yüzücü” -aşağıyukarı- şöyle bir öykü: neddy merrill, kısaca ned, herkesin “geçen akşam çok içmişim.. gereğinden de çok” diye uyandığı bir sabah, ki kendisi de bu gecenin sabahında arkadaşlarının havuzlu bahçesindedir-, eve dönmek için tuhaf bir yol belirler: bir haritacı gibi yöredeki evleri ve havuzları zihninde işaretler, bir havuz-zinciri, sırasıyla yüzdüğünde onu kendi evine götürecek bir rota, bir yarı yeraltı ırmağı
ned, kendini bir gezgin, maceracı, bir kahraman olarak düşler. zihninde birbirlerine eklenen bu havuzlara bir de isim verir, karısının ismini: lucinda ırmağı.
eh, ned'in bu eve dönüş yolculuğu elbette bir trajediye dönüşür (hangisi dönüşmez). ned havuzdan havuza geçtikçe, zaman sanki onun algıladığından daha hızlı geçer, karısından ayrılmıştır, metresi onu terketmiştir, iflas etmiştir, havuzlarında yüzdüğü komşularından bunları öğrenir, bir sonrakinde onlardan borç istemiş olduğu yüzüne vurulur, fırtına çıkar, daha henüz sabah bir yaz günü başlamışken şimdi sonbahar gelir, ned yüzmeye devam etmek ister, kollarında güç bulamaz, ihtiyacı olan içkiyi ona kimse ikram etmez. sonra bir halk havuzuna denk gelir, burada aşağılanır, neredeyse tartaklanır, kendini bir otobana atar, ıslak ve titrer halde evine varır, evi terkedilmiş bir haldedir.
bu öykü hakkında bu aralar çok düşünüyorum. (ara ara sadece kıskançlığımdan düşündüğüm de olurdu hem, bu öyküyü ben yazmış olsaydım diye hayıflanırdım.) (çünkü bu öyküde benim elimden çıkma bir heyecan ve beceriksizlik de görürüm. çok güzel düşünülmüş bir şeyler, fakat heyecan yüzünden anlatılmak istenenlerin hepsi anlatılamamış gibi gelen (bazen parkta karşılaştığınız, kelimelerinin arasında kesik kesik nefes alan -bu yüzden bazılarınca kekeme zannedilen- şu oğlan çocuğunun anlatmak istedikleri gibi şeyler).
“yüzücü” hakkında bu aralar sık düşünmemin sebebi her gün salon penceresinden izlediğim boş sokak, balkonlarına kaçamak çıkan, hemen evlerine dönen tanımadık komşular, ve şu sokağa çıkma yasağı düşüncesi.
sokağa çıkmak yasaklansa bile, mahalleyi balkondan balkona gezemeyeceğimiz konusunda bir yasak var mı? diyorum kendi kendime, yüzücü'nün şimdiki zamana bir uyarlamasını yazamayacağına göre, elinden sadece -ilk olarak- yan balkona geçmek gelir sevgili ben.
balkonlardan ilerlerken (ah, lucinda nehri gibi güzel bir isim bulmalıyım macerama, ben de bir gezgin, hayalci ve hatta kahraman sayılmalıyım) karşılaştığım insanlar, komşular, konuştuklarımızı zihnime not ederdim.. eh ama, böyle bir şeye kalkışırsam diyorum bir yandan, sevgili siz, bunun mutlaka bir trajediye döneceğinden nasıl da eminiz, - bu ortalıklık bile şimdilik bana yeter.