Avatar

Verbo Carofactum Est.

@mavihayaller / mavihayaller.tumblr.com

İnsanınn içiden gitmek geçiyor, N bir eksik, N bir fazla.
Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

kurduğun cümlelerde özne yoktur.

gelişen olaylar,

eylemler,

sahipsiz vakalardır.

çok insan acıdır.

çok insan acıtır.

çoğu insan etiyle kemiğiyle aslında acıdır.

çoğu insan sadece etini kemiğini acıtır.

bu nedenle;

kendini feda edersin,

kurduğun cümlelerde özne yoktur.

yolda kalırsın,

hem de ömrümde hiç araba kullanmamışken.

her şey mecaz,

efkar kendi anlamında.

Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

yüzümü güneşe çevir,

burası soğuk, burası karanlık.

aklından bir sayı tut,

odam ışık dolunca ve ben biraz ısınınca bırak.

bana bir şarkı aç,

açamayacak gibi olursan hüznümün havasını al.

annemin kavanozlarından biliyorum.

bana bir yol bul,

gidersem bir anlamı olsun.

kaçar gibi değil, bando sesi duymak istiyorum.

bir kağıt uçup yapışsın yüzüme,

esmiyorsa, estir.

rüzgar olsun, olmalı.

o kağıtta bir şiir,

o şiirde ölüm ve mezarlık asla olmamalı.

koyunları say benim için,

uyuyamadım uzun süredir.

yastığım ve vicdanım taş gibi,

anlatamadıkça delirdim.

benim için dua et,

duanın içinde ben olmayayım.

aşık ol,

o ben olmayayım.

camları aç,

sinekler çıksın.

yalvarırım bana bir bilet al,

o tren geç kalmasın.

Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

merdivenler yamuk, niyetsiz biçimde.

adımlarım aksak, dengem konkordato ilan etti.

seninle az yürüsek, yarı yolda bırakırım seni.

bir çöl devesi gibi.

korkunç bir pazar sabahına daha uyandık,

dünden kalan kraker, üstüne kuru bir tütün.

yani günaydın…

havada oradan oraya uçan kuşlar,

güzergahları ipek yolu sanki,

oranın da anlamı var, oranın da,

seninle az uçsak, konacağımız bir yer yok

bir kamikaze pilotu gibi.

sonda söylenecek şeyi, başta söylemişiz.

kitabın ortasındayız, her şey eskidi.

üstümüze sahaf kokusu sinmiş,

seninle iki satır bir şey yazsak, apostroflar keser bizi.

çok masummuşuz gibi.

sesler gitgide uzaklaşıyor, ben yerimde sabitim.

aynaya çizdim kendimi, ayna çatladı.

ben bunu hak ettim.

sen çizseydin beni,

kıymetliymişim gibi.

elleri cebinde yürüyen insanlar,

hepsi kuranderde kalmış.

bulutlar hava saldırısı olacakmış gibi karanlık,

seninle sundurmanın altında beklesek,

yağmur da beni vurur, bomba da beni vurur gibi.

havalandırmadan alarm sesleri geliyor,

daha kimse uyanamadı.

dünya bir cehenneme dönüşüyor

daha kimse uyanamadı.

seninle amerika’nın başına geçsek, vururlar bizi.

ben lincoln, sen kennedy gibi.

her şeyi bırakıp bir dağ evinde,

çatır çatır yanan ateş, şömine biraz eski.

ince bir filarmoni,

bir yerde schubert, bir yerde satie

seninle hiç konuşmadan dursak,

yarınlar yokmuş gibi.

merdivenler yamuk, niyetsiz biçimde.

adımlarım aksak, dengem konkordato ilan etti.

düşmüşüm.

ne kuşlar,

ne kennedy,

ne de sen el uzatmamışsın gibi.

Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

karargahtan cepheye rutin bir tiyatro…

sigara sonrası seks adlı grubun kıyamet parçasını dinliyorum. umutsuz insanların ruhani lideriyim. ocaktan sigaramı yaktım, dolaptan soğuk bir bira aldım. yaktığım sigaranın da, içtiğim biranın da yarısı vergi. hiç hareket etmediğim halde terliyorum, hiç hareket etmediğim halde param bitiyor. hava sıcaklığı ile enflasyon arasındaki korelasyon beni korkutuyor.

temmuzun ortası, muhtemelen ömrümün de ortasındayım. sayısız gün batımı, sayısız yağmur, sayısız insan, sayısız film ve bir cenaze görmüşlüğüm var. gözlemlerimin ve yaşanmışlıkların bana kattığı her şeyi; bir kürek toprağı, kırk beş dereceyle dizilmiş tahtaların üstüne atınca kaybettim. koordinat olarak açıklamam gerekirse; hiç hareket etmediğim halde her şey arkamda kaldı. bu durum ne fiziğe yakıştı, ne de benim gençliğime. pek bir talebim kalmadı… belli periyotlarda ( üç saatte bir) sarhoş olabilme özgürlüğü, derin bir uyku, sağlık ve karşılığını alabildiğim cümleler benim için yeterli… nostalji hastalığım yok ama eski ramazanları, eski bayramları, eski beyoğlu’nu, eski insanları, eski sohbetleri, eski kaşarı ve koca evin içinde tek başıma yaşamadığım günleri özlüyorum. efkarımı derinlemesine analiz etmek gibi bir şımarıklığım var. konu benim hüzünlerim olduğu zaman rafine bir insanım. bir şeye dertlendiysem; tüm dünya borsalarının o gün işlem durdurmasını, seyir halindeki taşıtların ani fren yapmasını, kurumsal dünyanın bütün toplantılarını iptal etmesini, afrika kıtasındaki çocukların yarını düşünmeden su içmesini (!), mahallemde kurşun sessizliği isterim. ve bana odaklanmalarını beklerim… ki bu hiç olmadı. ve ben zamanla tek başıma efkar geceleri düzenlemeyi kendime huy edindim. kendime sorular sordum, kendimden cevaplar aldım. bu cevaplar, çok boktandı. dünya tarihi için bir karşılığı yoktu. kendi eksenimde cümlelerle döndüm durdum. teletabiler gibi… anlamsız ve salakça.

kendime haksızlık etmek, benim hobimdir. günlük şehir hayatının kaosundan bu şekilde sıyrılıyorum. bir saman kağıdına evren için bütün kusurları yazsam, zamanım yetmeyecek. o yüzden ben bütün ihaleyi kendime yüklüyorum. bu şekilde muazzam bir zaman kazanıyorum. ortadoğu’daki petrol meseleleri de, ilaç sektörünün pandemi fantezileri de, mülteci sorunu da, fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durum da, tabii ki benden kaynaklı.

sigara sonrası seks adlı grubun kıyamet parçasını dinliyorum. umutsuz insanların ruhani lideriyim.

bir savaşın içindeyim ve artık kendime bile yabancı biriyim.

birader sen kimsin?

Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

fırına bir mektup koydum,

takriben kırk dakikaya pişer,

takriben kırk derecede.

 pek bir anlamı olmayan,

rengi yeşile kaçmış,

daha önce defalarca söylenmiş,

muhatabını bulamamış,

akşam pazarında kasa dibinde kalan cümlelerle dolu.

 ilk okuyan zehirlenir, kusar…

vicdanı da ağzından dışarı çıkar.

kapı önündeki yolluğun üstüne…

o yolluğun altında evin anahtarı.

olur da bir gün dışarıda kalırsam,

anahtarı bulmak için,

içeri girmem gerekecek sanırım.

olur da bir gün içeride kalırsam,

kendimi bulmak için…

bu noktada; bulutlar kayboluyor,

gökyüzü kararıyor,

her gün aynı saatte,

aynı güzergahtan geçen kuzgunlar,

ortadan kayboluyor,

tenim kararıyor.

olur da bir gün içeride kalırsam,

o gün nedense güneş açmıyor,

telefonlar çalmıyor,

aklıma hiçbir cümle gelmiyor.

olur da bir gün içeride kalırsam,

birisi pencere getirsin,

birisi pencereyi açsın.

manzaram kırk dakikada, kırk derecede pişsin.

yanık bir gökyüzü…

izleyen zehirlenmesin.

Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

gece benimle müttefik,

cüzdanımda on senelik vesikalık,

ilk gördüğü patikaya dalıp kaybolmuş bir çocuk,

renkleri seçemez olmuş.

o şarkıyı da unutmuş.

kaval kemiğimde sızı,

postürümü saran sarmaşık,

kumdan duvarları olan bir çocuk,

çarpar olmuş,

bazen insan, bazen meteormuş.

aklımın menteşesi gevşek,

çığlık dediğin şey bir anlık,

çatladıkça yapıştırılan bir çocuk,

vatanı eski bir sandık,

yarı zamanlı pinokyoymuş.

bu şiir günün hafriyatı,

döküm işi de karmaşık,

en çok kendinden korkan o çocuk,

buğuymuş,

buymuş.

Avatar

sen bana gülünce ben bir sığınağa düştüm,

yeryüzünde bir savaş.

iyiler ve kötüler arasında.

gözüme epeydir öyle bir ışık değmemişti,

herkesin ateşkes çığlığı,

benim zifte kaçan sessizliğime karıştı.

sen benim zihnimi kurcaladıkça,

ortaya çıktı

çocuktan kalma çamurlarım.

dünya böyle bir yer sevgilim;

senin penceren gökyüzüne açılıyor,

benim kirlerim kapanmıyor.

Avatar

sabah yedi metrobüsünde herkes çok sessiz, sanki bu şehirden değil gibiler. kimse gün içinde önemli bir karar alacakmış gibi görünmüyor. ben bu insanları herhangi bir fabrikadaki, herhangi bir üretim bandının, herhangi bir vidasına benzetiyorum. günlük üretime dahiller; kabul, bir katkıları var mı; var, ama yerlerine herhangi bir başka vidayı da koysak, fabrikanın geleceğinde herhangi bir şey değişmeyecek. sonra telefonun ön kamerasından kendime bakıyorum; ben de baya pas tutmuşum. ben de şu an herhangi bir vidayım sanki. bir gece önce çok içmiş, yine bir kadının kalbini kırmış, evin yolunu bulamamış ve sokakta yatmış bir vidayım. dönüşen her şeyden artık nefret ediyorum, ilk iki sırada dünya ve ben varım. alt başlıklarına değinirsek; yeni dünyada çok ulaşılabilir olmaktan nefret ediyorum, kendimden de ruhuma artık ulaşamadığım için nefret ediyorum. nefret etmek bir hobiye dönüştü benim için. çünkü artık başka bir duyguyla hiçbir şeyi anlamlı kılamıyorum. bu da karanlıkla açıklanabilecek bir ruh halidir. ışık yoksunluğundan bahsetmiyorum, etraf aydınlık iken bile hissedilen o zifiri histen bahsediyorum.

sonra metrobüsten iniyorum; çamurlu bir sokağın birinci köşesinden dönünce, karşıma çıkan ilk tabela; alzheimer gündüz bakımevi..

her şeyi unuttum ama en çok bana neyin iyi geldiğini... artık devasa bir mamut gibiyim, neslim tükendi tükenecek. artık dünya buz mu keser, dünyaya bir meteor mu çarpar o kısmı ben bilemem...

Avatar

bu tarz çarşambalar; kontrolsüzdür benim için. dünya daha karanlık gelir, yakamoz kaybolmuştur. ki böyle olunca hem carettalar hem de ben yolumuzu bulamayız. yağmur ormanlarında aç kalmış antilopların bize saldıracağı bir yola gireriz muhtemelen. ruhum cevabını bilmediği soruların koynuna girer, cevapları duyunca da sorularını unutur böyle çarşamba günlerinde. insan bazı günler sabit iken, şehir değiştirir içinde. bir akdeniz yapar, bir ankara’ya uğrar, iki otogar görür, tekrar içine döner. beynimizdeki gitme fikri, varlığımızdan bağımsız değerlendirilemez. yani işin aslı, gideceğim yerde yine ben olacaksam, pek de anlamı yok. o yüzden kapının eşiği memlekettir bazı insanlara; orada doğmuştur, orada yaşlanıp, ölecektir.

böyle çarşambalarda aklımı kaçırırım. dünyanın zeminine inerim, toprağı görürüm, topraktakileri görürüm, toprağa gireceğim günü görürüm. evin içine bulut dolar, ince şimşek saat dokuz suları, beş-on dakikaya patlar her şey, yağmur suyu dolar evim. tahliye için iki tane bira isterim. ortalık kuruduğunda fark ederim ben de kurumuşum. dalllarım kırılmış, peşine kanadım kırılmış, onun da peşine kalbim kırılmış... ağaç desen ağaç değilim, martı desen martı değilim, insan desen o da değilim. niye mi? bu kadar kırgınlığa tanınmaz olur insan. düşün; yerde tuz buz cam kristalleri, hadi tespit et kütahya mı paşabahçe mi? haddini bilmez, haddinden fazla kırılırsan; insanlar aslında senin kim olduğunu unutur. ve bu unutkanlık sadece böyle çarşamba günleri cereyan eder...

bugün çarşamba...

geçmişimden zincirlenmişim, zindanın en soğuk duvarına yaslanmışım, aç kalmış bir sıçan parmak ucumda yürümüş saat dokuz suları, özgürlüğüme kavuşmak için mahkumiyeti kabul etmişim, ikiyle ikiyi toplamışım, ama henüz dört diyememişim, önüme atılan lapa pirinci, sırf onları çok güzel dinliyorum diye etrafımda gezen insanlara ikram etmişim, gece olmuşum, uyumamışım, kalbimin en delikli tarafını küçük cama asmışım, hiç hava almayan ciğerlerimin camlarını açmışım, bugün de bütün kaoslara yenilmişim, özgürlüğüme kavuşmak için mağlubiyeti kabul etmişim.

sonra bu çarşamba akşamı annemin sesini duymuşum, yakamoz canlanmış hem ben hem de carettalar yolumuzu bulmuşuz. kapının eşiğinde saat dokuz suları...

Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

Ben garip düştüm;  tökezleyip uzay boşluğuna düşen bir astronot gibi düştüm. Kütleye temas etmedi sırtım, düşüşüm tamamlanmadı hiç, devamlı düştüm, bitmedi, hala düşüyorum…  

Avatar

insan kaç tane buhrana kucak açabilir? kaç tanesi ile başa çıkabilir? insan sarhoş olmadan nasıl uyuyabilir? yastığa kafasını koyduğunda, kırılmış camları, atılmış tokatları, otogarları, toprağı ve cenazeleri nasıl umursamadan gözlerini kapatabilir? gittiğim her yer ya da herkes, yaklaştıkça daha uzaklaşıyor benden. kimseye nüfuz edemiyorum artık ya da hiçbir yere ulaşamıyorum artık. yazdığım atlar gelmiyor, şiirlerim tarihi geçmiş ağrı kesiciler gibi, yastığım çok sert, mutfaktaki lamba da patladı. geçen babamın dolabını karıştırdım. belki ona ulaşır diye bir türkü söyledim. bir sigara yaktım, sabahına herkese bir yalan konuştum; iyiyim dedim, her şey yolunda.  değil, tabii ki değil... eklemlerim, damarlarım, akıl sağlığım bana sorun çıkarıyor. eskiden üşürdüm şimdi ise ürperiyorum. uzun süreli rüzgarlardan nefret ediyorum. önceden yağmuru izler, yağmurda yürür, şemsiyesiz, dünyanın sahibi gibi ıslanırdım. şimdi küçük odanın camına bir yağmur damlası çarpsa, aklım çıkıyor; boğulacağım diye. kaygıdan heba olan bir gençliğim var, adım atmaktan korktuğum anlar, bağlanırım diye yüz çevirdiğim kadınlar, yazılmamış romanlar ve henüz ağlamadığım hüzünlerim var. kendimi sıkıyorum, muhtemelen bir gün patlarım; annem çok üzülür ve hiroşima... bir de nagazaki. ikna kabiliyetimi yitirdim, kimseye ikna olamıyorum. o kurduğun cümle yalan, hayır öyle hissetmiyorsun, şu an keyif alıyormuş gibi rollenme benden nefret ediyorsun, evine gitmek istiyorsun, beni dinliyormuş gibi davranma, cümlem bitince ‘’ben’’ diye başlayan bir hikaye anlatacaksın... insan uyum sağlayamadığı zaman bildiğin şempanze, pek bir farkı yok. tam olarak burada ben muzla beslenen o adamım. dinlediklerinizi dinleyemiyorum, sevdiklerinizi sevemiyorum, güldüklerinize maalesef gülemiyorum. dengesini kaybetmiş bir akrobat, lastiği fırlamış bir kamyon, vaazını unutmuş bir vaiz gibi aranızda geziyorum. insan sarhoş olmadan nasıl uyuyabilir?

Avatar

gece benimle müttefik,

cüzdanımda on senelik vesikalık,

ilk gördüğü patikaya dalıp kaybolmuş bir çocuk,

renkleri seçemez olmuş.

o şarkıyı da unutmuş.

kaval kemiğimde sızı,

postürümü saran sarmaşık,

kumdan duvarları olan bir çocuk,

çarpar olmuş,

bazen insan, bazen meteormuş.

aklımın menteşesi gevşek,

çığlık dediğin şey bir anlık,

çatladıkça yapıştırılan bir çocuk,

vatanı eski bir sandık,

yarı zamanlı pinokyoymuş.

bu şiir günün hafriyatı,

döküm işi de karmaşık,

en çok kendinden korkan o çocuk,

buğuymuş,

buymuş.

Avatar
reblogged
Avatar
mavihayaller

güzergah üstünde kanadı kopmuş kuşlar, karnından konuşur.

karmaşık olmak, bir şeyden vazgeçmenin en güzel yoludur.

sessizliğe bürünmenin günahı benim olsun,

beni duymadınız ya, o da size yolluk olsun.

elbet bir yerde soluklanırız, güneş asfalta değer.

kimi zamanında imparatorluk çökerten bir vadide,

kimi daha yeni çatırdamışım gariban bir dalda, yöresel kamikaze;

ama elbet bir yerde soluklanırız, güneş yaşamaya değer.

elimizde;

dökülmüş deriler, kendisini ikiye bölmüş uykular,

kahvaltıda kaygı, öğlene doğru da geriye çekilmiş bir ordu var.

sana neyin iyi geldiğini unuttuğun gün, şehirde siren var.

bu gürültü;

hani benim duyup, sizin duymadığınız,

beynimden kaç nöron aldı hesaplayamadım.

ruhumda kaç gün elektrik kesildi, şimdi hatırlayamadım.

o ruhumun içi market poşeti dolu, salamın yanında çamaşır suyu var.

kahvaltıda karanlık, öğlene doğru da geriye çekilmiş bir ordu var.

yaşlı bir işportacı, dede yadigarı kösteklisine bakar;

zaman geçmesin diye, akşam olmasın diye,

karanlık basmasın diye...

işportacının kaç gündür elektriği kesik, şimdi hatırlayamadım.

soluklandığım o dal gibi, ben ne zaman kırıldım?

kaç kere bölündüm ya da kaça bölündüm?

parçaları birleştirmek için kıymet gösterip, efor sarfedenleri,

kaç kere ya da kaç yere kovaladım?

hatırlayamadım...

babamın insanlarla kavga etmeye başladığı yaştayım,

boyası akmış bir kapının önünde, hiçbir sebep yokken bile çok pişmanım.

ama elbet bir yerde soluklanırım;

güneş asfalta değer.

Avatar

güzergah üstünde kanadı kopmuş kuşlar, karnından konuşur.

karmaşık olmak, bir şeyden vazgeçmenin en güzel yoludur.

sessizliğe bürünmenin günahı benim olsun,

beni duymadınız ya, o da size yolluk olsun.

elbet bir yerde soluklanırız, güneş asfalta değer.

kimi zamanında imparatorluk çökerten bir vadide,

kimi daha yeni çatırdamışım gariban bir dalda, yöresel kamikaze;

ama elbet bir yerde soluklanırız, güneş yaşamaya değer.

elimizde;

dökülmüş deriler, kendisini ikiye bölmüş uykular,

kahvaltıda kaygı, öğlene doğru da geriye çekilmiş bir ordu var.

sana neyin iyi geldiğini unuttuğun gün, şehirde siren var.

bu gürültü;

hani benim duyup, sizin duymadığınız,

beynimden kaç nöron aldı hesaplayamadım.

ruhumda kaç gün elektrik kesildi, şimdi hatırlayamadım.

o ruhumun içi market poşeti dolu, salamın yanında çamaşır suyu var.

kahvaltıda karanlık, öğlene doğru da geriye çekilmiş bir ordu var.

yaşlı bir işportacı, dede yadigarı kösteklisine bakar;

zaman geçmesin diye, akşam olmasın diye,

karanlık basmasın diye...

işportacının kaç gündür elektriği kesik, şimdi hatırlayamadım.

soluklandığım o dal gibi, ben ne zaman kırıldım?

kaç kere bölündüm ya da kaça bölündüm?

parçaları birleştirmek için kıymet gösterip, efor sarfedenleri,

kaç kere ya da kaç yere kovaladım?

hatırlayamadım...

babamın insanlarla kavga etmeye başladığı yaştayım,

boyası akmış bir kapının önünde, hiçbir sebep yokken bile çok pişmanım.

ama elbet bir yerde soluklanırım;

güneş asfalta değer.

Avatar

maratonda yerde kar gören kenyalı…

ömrün kırıntısındayız. seyyarlar açıldı, trafik inceden başladı şehirde. geceden kalanlar, hiç uyumayanlar, kaldırım bekçileri, taksiciler, barmenler, jokeyler, seyisler, atlar ve ben… güne hazırız.

aklıma ilk gelen şarkıyı mırıldanırken, yaşlandığımı, artık kaygının beni esir aldığını fark ediyorum. sonsuz bir dönüş yolu… her şeyi tüketmişim, yuvama geri dönüyorum. her gün kafama elma düşüyor ve ben her gün yerçekimini inkar ediyorum.

otuz üç… yazıyla. zaten bende her duygu yazıyla. sonsuz eylemsizlik… bütün hatalarımı toplasam, ipek yolu olur, ne bileyim sıcak sulara inişimiz kolaylaşır. ama yine de bir gece vakti, bir yerlerde yapılacak bir hata görürsem, ilk defa görmüş gibi heyecanla, yarını düşünmeden, bir şövalye gururuyla yaparım. sonra da sör ilan edilmeyi beklerim…

açık denizdeyim. denizin bu kısmı derin… bir tekne gelir elbet, gelmezse boğuluruz. gerçi yabancı bir tekne her ne olursa olsun yabancı bir teknedir. gelse de boğuluruz.

su alır elbet…

Avatar

saat; 03:55

münevver abla sabah saati sormuştu bana, sekiz dedim… ağlamaya başladı; şimdi anladım, onu sekizi ile benim sekizim arasında fark var. einstein izafiyeti trende, münevver abla tarlabaşı’nda bir apartta buldu.

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.