Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm
Sebebim,ustam,sevgilim...
-Ahmed Arif-
Biz kabukların çocuklarıyız.
Hayır! Yaralardan bahsetmiyorum.
Topraktan geldik. Yani yerkabuğundan.
Pardon, siz deniz seversiniz bilirim.
Venüs’sünüz. Köpüklü sularda doğmuşsunuz.
Bir kabuğun üstünde kıyıya çıkmışsınız.
Bakın, ortaklaştık yine.
Kabukların çocuklarıyız. Doğurulan veya taşınan.
Öyle ya şu ayak bastığımız, bazen yeşertip bazen kararttığımız, sevinçlerimize ve hüzünlerimize ortak olan dünya da bir kabuk.
Hem Sheakespeare dememiş mi, “Dünya benim istiridyem.” diye…
Dünya istiridyemiz, on binlerce yıldır kabuğu kırılamayan.
Sadece dünya değil, sen de öylesin.
Küçük ve yalanlarla dolu dünyanda bir istiridyesin, kabuğunu kıramadığın.
(Kıramadığımız.)
Ve ben en çok kabuklarını özlüyorum.
Yani vücudundaki yaraları.
Daha çok ruhundaki cerehatları.
Çamurun içinde gizlisin.
Bir kitap okumuştum, altını çizmişim: “İnsan her durumda ıstıraplarından fazlasıdır.”
Değiştiriyorum.
İnsan her durumda kabuklarından fazlasıdır.
Çünkü kabuğun altı hazinedir. Zenginliktir.
Kabuk işte bu gerçeği örter. Filhakika cevheri.
Şu akıl veren kim mi peki? (Yani ben)
Ben baltalıyım.
Aklımla bileyliyorum onu.
Önce kendi kabuklarımı kırdım.
Sonra dünyamın.
Sonra senin kabuklarına denk geldim.
Baltamı taşa vurdum.
Vurdum,
vurdum,
ve vurdum…
Prometheus’un döngüsü gibi.
Cezam buysa çekilecek.
Kabuklar kırılacak,
inciler sevilecek.
Biz kabukların çocuklarıyız.
Kimi kabuğun kendisi
kimi onun kırıcısı.
Görsel: Sandro Botticelli, Birth of Venus
Bu da burda dursun.
Zoruna gidiyor demi?
"ilgiye" boğduğun insanın bir
"Nasılsın" dememesi...
~
Mehmet Akif Karapınar
Derinduygularr
Can
Bilmediğim bir dilde gülümsedi
Karşı evin bulutunun gölgesi,
Bir ucu beyaz dantelli ,bir ucu acı yeşil
Kağıt kesiği parmaklarını öğretmene gösterirken
Öpse de geçse der gibi bakan bir çocuk
Bir kurdele hareli çocuk gözü
Bir bulut renkli çocuk gözü bebeği
Karşı evden bulutla çıkıp rüzgarla döndü
Bilmediğim bir dilde yürüdü,
Bilmediğim bir dilde büyüdü.
Anladım ama anlatamadım.
-Deniz-
"Bana hissettirdiklerini seviyorum,
Sanki her şey mümkünmüş gibi,
Sanki, yaşamaya değermiş gibi..."
CahitZarifoğlu
Bir gözümde iki kapı ,bir gözümde toroslar
Soldan bir nehir,sağdan bir orman
Sevinç çığlıklı, kel ,çıplak ayak bir köy yolu karşımda
Ardımda balık sürüsü.
Tepemde gençlik,keçi boynuzu dalları
Altımda kırmızı,hoyrat papatya toprağı
Kucağımda koyun kokusu ,tahta taban
Sırtımda ne yapılacağı bilinmeyen bir ömür
Ve ne yana dönsem ,ne yana dönsem
Bana dik dik bakan kendi kara gözlerim.
Gözlerimin içi çocuk ,çocuğun içi göçmen kuş.
Bahara baksam var,güze baksam üstünden uçuşulmuş yaprak.
Sana baksam körsün,diğerlerine baksam gerek yok.
Ben geç kaldığından sınıfa girmeye korkan
Çocuk içi kuşum işte,
Kimsenin haberi yok.
-Deniz-
Ağaçlar koyu kanatlarını çırpıp göz kırpınca
Dağa,taşa,kuşa ve belini kıvıra kıvıra dönen yola
Saç diplerimin yazgısı yok sanırım
Ben istediğim için yapraklar var, ben istediğimden çıtırdarlar ,
Benden sanırım sonbahar.
Deniz ve kum ve dalgaların dövdüğü kale
Boynundaki balık,yanağındaki zeytin
Göğsünde kabaran gurur
Çantandaki, saatindeki,dudak kıvrımlarındaki adım, ben yazdığım için var.
Kış da kıyamet de,bal da limon da
Ekmekle sıyrılmış nohut pilav tabağı
Mısır koçanı, gül demeti
Saçındaki gözüm öyle dilediğim için var
Ağaçlar bir göz kırpar,
Ben sanrılardan kendimi doğurur,doğurur
Yeniden bir rahme düşürürüm.
Göbek bağımı kendim sıkı sıkı bağladım sanırım.
Çünkü yol, kırıtan bir dudak boyasıdır karşımda.
Yaratıldığım erkeğin kaburga kemiği kırılır.
-Deniz-
Bir sessizlik nasıl bozulur,
Nasıl bozulmaz?
Vapurdan boşalan kalabalık nasıl susar
Nasıl susmaz?
Öğrencide mavi olmayan önlük nasıl durur,
Nasıl durmaz?
Bir insanda kalp yerine ne geçer,
Ne geçmez?
Gök mavi mi,yol uzun mu ,ses çığlık mı,
Onlar iyi,bunlar kötü,şunlar yok mu?
Şimdinin doymazlığı,
Geleceğin kuraklığı nasıl durdurulur,
Nasıl durdurulmaz?
Geçmişin naif gözlerinden nasıl öpülür,
Neden öpülmez?
Gök uzun,yol mavi,ses ses mi,
Onlar kötü,bunlar iyi,şunlar şunlar mı?
Deniz Özeri
Sözler en derin kuyularda saklanır bazen
Bazen bir yudum su olur içilir,
Bir lokma ekmek olur, zorla boğazından itilir
Gözüne düşen bir gölge,
Yüzüne vuramayan parlaklık olur
Biblolar,kalemler,renkli boyalar,tablolar
Hatta elbiselerin desenleri kemirgenlere dönüşür ,
Ellerin titrer,
Çünkü söylenmemelidir söylenmemesi gerekenler.
-Deniz Özeri-
Bir kapının ardında beklerim senelerdir
Kolay mı zor mu karar veremediğim
Bir umursamazlıkla
Ne acılar var dünyada,ne kin,ne zalimlik
Çocukça beklerim geçecek diye
Elma şekeri düşünürüm,şambali
Çikolatalı ,vanilyalı şeyler,
Ağzı yüzü yapış yapış çocuklar düşünürüm
Kocaman bir salıncakta sallanırım uçaklara doğru
Geçmez,
Yetişemem yine de kapının ziline.
Kapıdayım açın gireyim.
-Deniz-
Senin evladın olmak gurur veriyor bana...