Avatar

Ah Lidia

@soldasifir / soldasifir.tumblr.com

Avatar

İnsan Kokusu - 2

-’’Bir padişahın eline dünyanın en kocaman zümrüdü geçmiş, ama kusurlu. İçinde bir kıl varmış. Bu kıl yüzünden zümrüt sahici değerini bulamamış. Bütün kuyumculara danışmışlar, nafile. Zümrüdü hırpalamadan kılın çıkarılması imkansız. Derken bir küçük kara böcek peyda olmuş, böcek diliyle demiş ki: Eğer beni kırk gün kırk gece bu zümrütle yapayalnız karanlık bir odada başbaşa bırakırsanız, onu hiç incitmeden yağdan kıl çeker gibi ı kılı çeker çıkarırım. Kabul etmişler, böcekle zümrüdü bir kutuya kapatıp mahzene atmışlar. Kırk gün sonra açmışlar, bakmışlar ki kıl olduğu gibi zümrüdün içinde duruyor. Gazaba gelmişler: 

-Bre mendebur kara böcek, sen bizimle alay mı edersin, demişler. Böcek hiç oralı olmamış, sadece: 

-Ben alacağımı aldım, siz de başınızın çaresine bakın, demiş ve havalanmış. Bir de bakmışlar ki kara böceğin kuyruğunda bir parıltıdır gidiyor. Meğer kara böcek ateş böcekliğine terfi etmiş. Zümrüdün kılını değil, pırıltısını emmiş.’’ sf. 225

İnsan Kokusu - Bedri Rahmi Eyüboğlu

Avatar

İnsan Kokusu -1

-’’Sinema ile rüyalarımız arasındaki en can sıkıcı fark şudur: Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar da rüya vardır. Halbuki sinema, bu milyonlarca insana aynı rüyayı aynı zamanda seyretmek imkanını veriyor.

Sinema çıkmadan evvel her genç kız, rüyasında kendi delikanlısını görür, her delikanlı kendi kadınının peşinden koşardı.

O zamanlar her gönülde başka bir aslan yatardı...Sinema, rüyaları alt üst etti!..

O genç kızın rüyasındaki adsız meçhul delikanlının, şimdi adı var, ya Gary Cooper, ya... Clark Gable. 

Bu delikanlının rüyalarına bağdaş kuran meçhul kadın ya Marlen’dir yahut da Simone Signoret.

Rüya fabrikaları harıl harıl çalışıp bugünkü insanoğluna masal yetiştiriyor. Günlük meşgalenin korkunç yeknesaklığı ve yoruculuğu bugünün insanını, rüyasını deliksiz bir uykuya yatırıyor.

Uykusunda bile rüya görmeye vakti olmayan insanoğlu, boş saatlerinde derhal sinemaya koşuyor ve bir haftalık rüyasını bir saatte görerek rahat rahat işine gidiyor.’’ sf. 22

‘‘-Manzara bir ruh halidir.’‘ sf. 75

-’’Biz ressamlar yüz kişiyiz. Birbirimizi biliriz. Eserlerizi candan bir alaka ile takip edenlerin bizden çok olduğuna inanacak kadar saf değiliz.’’

-’’Resmimiz iyi kötü daima hükümet babadan yardım görmüş, buna karşılık karikatür; yardım görmek şöyle dursun hükümete rağmen gelişmiştir.’’

Avatar

İnsanın Acısını İnsan Alır - 2

-’’Çarşıların bir örnek giydirdiği insanlar, yine çarşıların yüzlerine çektiği eğreti bir incelikle, yalnızca kendilerine bakarak yürüyorlardı. Herkesin dünyası kapı aralığı kadar genişti ve kimsenin sesinde mavilik yoktu.’’ sf.92

-’’Sartre’ın o güzel sözüyle; ‘Siyahlar eziliyor, demedikçe siyahların ezilmesi bir şey demek değildir. O ana kadar kimse, belki siyahların kendileri de farkında değildir. Bir tek sözdür ona bu anlamı kazandıran.’ Örneği güncelleştirecek olursak, sevgi yerine korkuyu temel alan, korkulan olmayı güçlü olmanın gereği ve geçerli tek yolu sayan devletin, evrensel ölçülerde bir demokratikleşmeden yana olmadığını, bundan özenle ve öfkeyle uzak durduğunu, devletle şu ya da bu şekilde ilişkisi olan herkes kendi yaşamından bilir. Ancak bunu, kendi dışında bir söz ya da yazıyla duyup öğrendiğinde -yeniden keşfettiğinde- bu basit gerçek insanı düşünme, sorgulama ve karşı koymaya götüren yeni bir anlam kazanacaktır.’’

İnsanın Acısını İnsan Alır - Şükrü Erbaş

Avatar

İnsanın Acısını İnsan Alır -1

-‘‘İnsan yaşarken görür güzelliği / Acı bile bir dünya nimetidir sonunda / ancak yaşayanların anısı olur.’‘ 1997 sf.39

-’’Ne tuhaf, insanın en büyük hazinesi, ona en büyük acıyı çektiren yüreğiydi ve gökyüzünü içine alacak kadar genişti. İnsan bunu ne geç öğreniyordu.’’ sf.41

-’’ Gökyüzünde bir bulutu olmayan insanın gideceği uzaklık, olsa olsa kendine sızan çaresizliğidir.’’ sf. 46

-’’Dağıstan’da Avarlar, hayatını istediği gibi yaşayamamış insanların mezar taşlarına  ‘’yüz yaşına kadar yaşadı ama dünyaya gelmedi’’ yazarlarmış’’ sf. 52

-’’Yalnızlık... Seni bir gün biz seçeceğiz. O zaman güzel olacaksın.’’ sf.53

-’’Belki bin kez yinelenmiş sıradan olayları bile biriciklik ve büyük bir anlam duygusuyla yaşarız. Çünkü onu biz yaşıyoruz! İnsan böyle yapmazsa sanırım varlığının ve yaşamının gerekliliği üzerinde derin kuşkular büyütecektir. Yalnızlığımız dünyayı dolduracak kadar büyüktür. Acımız ‘acıların beyidir.’ Aşkımızın benzeri ve tekrarı yoktur. Ayrılan herkesin kederi bizde birikmiştir.’’ sf. 59

-’’Ayrılık, zorunlu ya da gönüllü, bir kopuşu, bir acıyı, kimi durumlarda bir vefasızlığı ve ihaneti imlese de içinde daha geniş bir yaşama potansiyeli taşıyan bir insanlık halidir. Hepimizin belki de acıyla özgürleştiği, geçmişin değerini bulduğu, geleceği büyüttüğü bir beşinci mevsimdir. Hiçbir ayrılık gitmekle özdeş değildir. Gerçek ayrılık, tam anlamıyla  bir unutuşla başlar.’’ sf.60

-’’ Kimse düşlerine sahip çıkamıyormuş; sevgi parayla satılan bir lüks olmuş; bir halkın onuru için binlerce genç ölüm orucuna yatmış; balkonlarda çiçekler giderek azalıyormuş; yaşlılar bir bir parklardan çekiliyormuş; çocukların soluğu anne teni kokmuyormuş; ekmeklerden sonra şarkılar da bozulmuş; insanlar inceliğini bir ip gibi boynunda taşıyormuş; para sesi yükseldikçe susan insan artıyormuş...’’ sf. 90

 İnsanın Acısını İnsan Alır - Şükrü Erbaş

Avatar

‘‘Fetiş temel gerçekliğin değil putun (idealin) karikatürüdür. Aşağı dönük ve mat soğukluğunun gücüyle etrafına siyah bir ışık ve ateş saçar. Fetiş, kişinin ihtiyaç duyduğu ya da istediği bir şeyi elde etmek için kullanılır; kişinin korkularının ya da hırsının hizmetine koşulur. Put soyludur, fetiş köle ruhlu.

Put ve fetiş terimleri daha çok, soylu ya da bayağı bir malzemeden oluşmuş ve kendilerine insan simasından çıkarılan bir yüz yakıştırılan şeyler için kullanılır. Karşısında gözlerin yere çevrildiği bir put gibi dolaşan yüz, bir maskeye ve bir karikatüre dönüşür; taştan ya da altından yapılmış put nöbet tutan bir yüze dönüşür.

Avatar

‘’İlk gün sınıfa giren profesörden önce onun hakkındaki mit ya da efsane girmiştir oraya ve şimdi öğrenciler bu mit ya da efsanenin gözlerinin önünde cisimleştiğini görmektedirler. Kendilerini onun ses düzeyine ve hareket ettiği alana göre ayarlarlar; profesör de onların kendisine değil efsane kişisine baktıklarını bilir ve sınıfa girdiği anda kişiliğini ona uydurur. Bu profesör maskesini, onların gözünü korkutmak için bir fetiş olarak kullanacaktır. Öğrenciler bu maskenin ardındakini görmeye çalışırlar ve oraya baktıklarında bir karikatürün renklerini, karikatür hatlarını görürler. Bir karikatüristin çizgilerinde tanıdığımız kişileri görebilmemizin nedeni, görme biçimimizin zaten anatomik değil karikatürize edici olmasındandır.’’ (Ortak Bir Şeyleri Olmayanların Ortaklığı - Alphonso Lingis , sf. 46)

Avatar

‘‘Kişinin algıladığı biçimiyle ötekinin duruşu ve hareketleri, fiziksel ve fizyolojik yasalarca kodlanan bir konumu göstermenin yanı sıra bir kültürel kodlamayı da gösterirler.Öteki, bir asker gibi dimdik durur, bir Japon gibi kayarcasına yürür, bir şeyi onaylamak ya da reddetmek için bir Türk gibi kafasını indirip kaldırır, bir Fransız gibi omuz silkip dudak büker, sandalyesinde bir Viktoryen ağırbaşlılığıyla oturur ya da bir Hintli gibi bağdaş kurar. Bir bürokrat ya da bir sekreter gibi gülümser, sakarlıklara Javalılar gibi güler, bir Müslüman gibi öfke, bir İskandinav gibi yalnızlık hisseder. Öteki konuştuğunda bir ulusun diliyle, bir sınıfın tonlamasıyla, bir sosyan mevkinin retoriğiyle, bir altkültürün lehçesiyle, bir yaş grubunun söz dağarcığıyla konuşur. Biri ötekini gördüğünde, onun duruşunun ve hareketlerinin ardında bir mesleğin gereklerini, görgü kurallarını, bir ulusun tarihini görür. Onun duygularının ardında bir kültürün hiyerarşi yapılarını, ölüm törenlerini, ideolojik kutuplarını görür. Konuşma tarzının ardında bir kültür arenasının ve bir tarihin anlamsal, sözdizimsel, dilbilgisel ve sesbilgisel kalıplarını görür...Ötekini öteki olarak tanımak, onun düşüncesi üzerine çöken buyruğu hissetmek demektir.’‘ (Ortak Bir Şeyleri Olmayanların Ortaklığı - Alphonso Lingis, sf. 31)

Avatar

Şükrü Erbaş - İnsanın Acısını İnsan Alır

‘‘Dağıstan’da Avarlar, hayatını istediği gibi yaşayamayan insanların mezar taşlarına ‘yüz yaşına kadar yaşadı ama dünyaya gelmedi’ diye yazarlarmış. (sf.52)’‘

‘‘Ayrılık, zorunlu ya da gönüllü, bir kopuşu,bir acıyı,kimi durumlarda bir vefasızlığı ve ihaneti imlese de, içinde daha geniş bir yaşama potansiyeli taşıyan bir insanlık halidir. Hepimizin belki de acıyla özgürleştiği, geçmişin değerini bulduğu, geleceği büyüttüğü bir beşinci mevsimdir. Hiçbir ayrılık gitmekle özdeş değildir. Gerçek ayrılık tam anlamıyla unutuşla başlar. (sf.60)’‘

‘‘Kimse düşlerine sahip çıkamıyormuş; sevgi parayla yaşanan bir lüks olmuş; bir halkın onuru için binlerce genç ölüm orucuna yatmış; balkonlarda çiçekler giderek azalıyormuş; yaşlılar bir bir parklardan çekiliyormuş; herkes penceresine ikinci bir perde çekiyormuş;’yalan yeminin ikiz kardeşi olmuş’ -M.Altıok- ; ekmeklerden sonra şarkılar da bozulmuş; insanlar inceliğini bir ip gibi boynunda taşıyormuş; para sesini yükselttikçe susan insan artıyormuş; hapishaneler birer büyük kent olmuş; herkes eşyalarıyla sevişiyormuş ; gurbet artık evlere gelmiş; bütün bunlar dünyayı daraltmış... (sf. 90).’‘

Avatar

Veciz Sözler, Barış Bıçakçı

-"Hayat kimi zaman iyidir, yumuşak bir şeydir. Bir yaz gecesi gibidir. " (sf. 83) -" Sabırsızlanıyordu. Kitaplarda, filmlerde rastladığı türden konuşmalara ne zaman bir son vereceğini, ne zaman Salinger'ın bir kahramanı değil de kendisi olabileceğini...yine sahneye fırlayan şu dilini ne zaman yutacağını merak ediyordu.." (sf.76) -" Hissetmek söz konudu olduğunda bu ikisi aynı şeydir. Bir gün Hasan Kale'de bana, yalnızca yirmi bir yıl yaşadığı halde nasıl olup da binlerce yıl sevgisiz kalmış gibi hissettiğini sormuştu. Yanıt olarak gidip sarıldım ona. Kollarıma güvenirim." (sf.64) -" Aşk hikayesi mi kanalizasyon hikayesi mi? Şehrin altında bir yerde ikisi birbirine karışıyor." (sf.55) -" Edebiyat, arzu duyulan şeye uzaktan bakabilme sanatıdır. Bu nedenle,kendisine ve başkalarına arada hiç hava kalmayacak şekilde yapışanların işi değildir edebiyat. Vantuzlular bu işi beceremezler. Vantuzlular olmaz!" (sf.53) -" Ruh bedenin türbesidir. Çünkü insan aslında kendisini ölü gibi hissettiğinde hisseder bir ruhunun olduğunu..." (sf.46) -"Bir insanı anlamak için onu sevmek gerekir. Peki ama sevmek için ne gerekir? Işte tam bu noktada nedensizliğin arsız kuşları üzerinize pisler. Ciddiyim, bir de bakmışsınız seviyorsunuz. Biri çıkar karşınıza, balkon yıkamanın çok güzel bir şey olduğunu söyler, seversiniz. Bir başkası çıkar, çocukluğundan beri bir gülümsemenin dudaklardan, yüzden nasıl silindiğini takip ettiğini söyler, seversiniz. Herkesi ama herkesi sevebilirsiniz. Insan sevilecek bir canlıdır. Yattığım yerden biliyorum bunu. Ama Pervin bilmiyordu." (sf.34) -" Konuşmak, üstelik büyük sözler söylemek... Aslında tam ona göre bir şeydi. Yaşayamayan adamın avuntusu." (sf.106) -" Eşyalar hatıralarla aynı şeydir." (sf. 107)

Avatar

"İntihar ettikten sonra nasıl varolduğunu kendime açıklayamıyorum...Peru'ya gitmedin, siyah potinleri sevmedin, pembe çakıllı bir yolda yalınayak yürümedin. Yapmadığın o kadar çok şey var ki insanın başı dönüyor, çünkü bizim de yapamayacağımız ne kadar çok şeyin olduğunu gösteriyor. Zamanımız yetmeyecek. Sen beklememeyi seçtin. Sonsuz sanıldığı için yaşama tutunulmasını sağlayan gelecekten vazgeçtin. İnsan tüm yeryüzünü kucaklamayı, tüm meyvelerin tadına bakmayı, tüm insanları sevmeyi isteyebilir. Bizi umutla bekleyen bu yanılsamalara sırt çevirdin. Yolculukta gidilecek yeni bir yer, olduğun yerden daha çekici gelirdi sana, ama sonra oraya varınca da doyumsuzluğun seni izlediğini anlardın: Serap bir sonraki aşamaya dek yer değiştirirdi. Ne var ki, önceki duraklar sen ondan uzaklaştıkça güzelleşirdi. Geçmiş albeni kazanır, gelecek seni kendine çeker, ama şimdi üstüne çökerdi." Uyuyan Adam, Perec

Avatar

Her şeyin kötüye ve hep daha kötüye gitmesinin bir nedeni olmalıydı halbuki. Hassas insanlardık en nihayetinde. Bunun bir kanıtı yok belki ama öyleydi. Bir roman karakterine aşık olabilir, hiç olmayacak bir yerde gözümüz sulanabilirdi. 

Ayrıca ben hep o fotoğraflarda arka planda çıkan kendi halindeki adamın hikayesini anlatmak istemişimdir. Elim hiç gitmedi de yazamadım. Yurtdışındayken geceleri alışveriş yaptığım buranın tekelvarisi küçük bir yer vardı. Orda duran kadını hiç sevmezdim, gerçekten de sevmezdim. Ama ısrarla ondan alırdım ne alacaksam. Kadının ondan alışveriş yaptığım aylar boyunca yüzümü bile tanımadığını biliyordum, farketmezdi aslında beni. Şu kadar tuttu bile demezdi, ki belki ingilizce bile bilmezdi. Fakat konu bu değil, oraya sırf o kadın olduğu için giderdim, bir kez bile gülmediğini farkettim fakat vardiya değişiminden önce giderdi işine. İşsiz güçsüz olduğumdan düşünürdüm işte. Bir gün orda değildi, Dorota’ ya ne oldu dedim de kimse umursamadı beni. Yani aslında önemli birisi değildi. Hep yere baktığı için zemindeki taşların kaçının kırmızı, kaçının beyaz olduğunu ezbere bileceğini düşünürdüm. Ben olsam övünürdüm böyle bir durumla. Her neyse Dorota orada yoktu, yerinde sıradan birisi vardı bir gün. Bunu neden yazıyorum bilmiyorum ama mesela onun da hep çok enteresan ve naif birisi olduğunu düşünmüşümdür. Naif, sıradan ve mutsuzdu benim gözümde. Naif olduğuna nasıl karar verdiğim aslında başka bir hikaye, aslında saçma bir bozuk parayla alakalı fakat onu şimdi yazmayacağım. Aslında konuyu ona bağlayamasam da şu an bunun onunla bir ilgisi var.

Her şeyin kötüye gitmesi diyordum, bu olumsuza sürükleniş olağanüstü bir durum değil tabii ki. Fakat bazı yollara insan herkes gibi olmayı isteyerek ve ne bileyim aslında gereksiz ve anlamsız olmasına rağmen bir şeylerden zevk almayı isteyerek çıkar. Ki aslında ben basit şeylerle mutlu olanları da kıskanıyorum, bu benim dünyayı anlamlandırışım içinde hiçbir kalıba sokamadığım bir durum. Bilirsiniz belki Oğuz Atay’ın bir kitabında şu satırlar geçer ‘’ Onlar kendilerini canlandırıyordu. Peki ya ben kimi oynuyordum veya canlandırıyordum?’’ Bu iki cümle bir özet sayılabilir. Aslında istediğim şey bulunduğum insanlara küfretmeden, anlamsız gibi görünen, aslında komik veya güzel olmayan şeylerden zevk almaktı, ne bileyim yaşamaktı belki. Çünkü benim açımdan sürekli bir dibe sürükleniş sözkonusu. Aslında insanların en doğrusunu yaptıklarının farkındayım, ki bu birçok durumda böyleydi. Hasta ve riyakar olan bendim. Yani düşünsel anlamda. Fakat farkettiğim şey, bir şeyi bedeninde biriktirmeyen insanların gerçekten sağlıklı oluşu. Bu durumu açıklamakta yetersiz kalabilirim ama eğer benimkisi gibi bir soruna sahipseniz her gün en az bir defa ipi nereye asacağınızı düşünürsünüz. 

Her neyse, uzun bir süreçten sonra bu şekilde yaşamayı başarabildim ve aslında mutluydum. Zaten istediğim de buydu. Şu an burada bile yazmakta imtina ettiğim düşüncelerim uykuya dalmıştı. Bazen bu doğru değil desem de, olması gerekendi. Fakat doğruluğundan şüphe edilen her eylem başa dönmeye mahkumdur, bilişsel ve hatta fizyolojik bir şüpheciliktir bu; aklın ve tenin şüphesidir.

Avatar

O gün balkonvari yerden dışarı bakarken düşündüğüm şey şunun gibi bir şeydi: Bir insan ne kadar çirkin olabilir? Ya da ruhu kurtaracak kadar, olanların farkındalığından kurtulmak ve zihni kandırmak ne derece mümkündür? Böylelikle ifade edilen sözde ''iyilik'' seviyesine ulaşmak ne kadarlık bir zamana mal olur? Birisi sana acı vererek ruhunu kurtardığına inanabilir. Bunu savunan bir yığın düşünür de toplayıp olayı bu perspektiften ''doğru'' diye niteleyebilir,savı kurtarabilirsin. İşin öbür tarafına baktığında ise şöyle bir şey ortaya çıkıyor. Kişi çevresindeki insanlara karşı yinelediği sürekli eleştiri, kötülük ve  zaman zaman grotesk yaklaşımlarla kendisini kurtarmaya çalışıyor olamaz mı. Yani içinde bulunduğun eksi değer, dışarı yansıtılan eksiyle birlikle bir ''artı''yı meydana getirebilir. Yahut bu durum umulabilir. Fakat ilettiğin bütün bu duygular, bir bireye çarpıyor, karşındakinin de kendi vizyonundan olayı yorumlayışı söz konusu.

Bunları düşünürken, beni arayıp sormayan insanları daha fazla sevdiğimi farkettiğim. Nedeni basitti. Umduğum gibi davranıyorlardı, şaşırtmaca yoksa sorun da yok demektir. Öte yandan durum çözümlemesine kalkışıp, Asya'nın uyduruk bir dininin uyduruk bir inancına göre ''Herkesi sevin ki karşılık bulasınız'' klişesine kapılan, sevgi söylemini içtenlikle tekrarlayıp, özgün fikri bu olmasa bile özgün olduğunu iddia eden kişiler söz konusuydu. Balkonvari zımbırtının üzerinde bunları düşündürten kişiyi uzaktan görünce, balkonumsu yerin dışa en kapalı köşesine doğru ilerledim. 

Sanırım en nefret ettiğim ve aramadıklarım da bunlardı; ''Seni yine de sevebilirim'' diyenler.

Gereksiz düşünceler ansiklopedisi*

Avatar

Yürüyelim mi,diyor. Koşalım mı bu sefer diyorum. Espri zannediyor ve gülüyor. Ben koşmaya başlıyorum, paketinden yeni çıkmış gibi duran caddeden aşağı. 

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.