Vefasızlara gitme, onlar birer yıkık köprüdür. Tek kal, bir başına kal ama vefasızlara gitme.
Mevlana
Halid bin Velid, Eshâb-ı kiramın ve islâm kumandanlarının büyüklerinden, Peygamber efendimizden sav, “Seyfullah” (Allah’ın kılıcı) ünvanını alan kahraman sahabedir.
Halid bin Velid, Kureyş’in ileri gelenlerindendi. Bütün Arap kabileleri tarafından tanınır ve sevilirdi. Hitâbet ve fesâhatta da çok mahir idi. Bedir ve Uhud savaşlarında henüz Müslüman olmadığından düşman birliklerinden birinin kumandanıydı. Hudeybiye’de de düşman tarafında idi. Peygamberimiz sav, ona haber gönderdi. Hâlid bin Velid, Peygamber efendimizin sözlerini haber alınca, islâma meyli arttı. Peygamberimizin yanına gitmek için hazırlandı. Bu durumu kendisi şöyle anlatıyor; “Allahü teâlâ, benim hayrımı dilediği zaman, kalbime islâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri anlayacak hâle getirdi. Kendi kendime dedim ki; “Ben, Muhammed’e karşı her savaş yerinde bulundum. Bulunduğum savaş yerlerinden hiçbiri yoktur ki, dönerken, aykırı ve yanlış bir iş üzerinde bulunduğumu ve Muhammed’in, muhakkak gâlip geleceğini içimde sezmiş olmayayım!”
“Resûlullah efendimiz, Hudeybiye’ye çıkıp geldiği zaman, ben de, müşrik süvârilerinin başında yola çıktım. Usfan’da, Resûlullah efendimizle Eshâbına yaklaşıp gözüktüm. Resûlullah efendimiz, bizden emîn bir sûrette Eshâbına öğle namazını kıldırıyordu. Üzerlerine, birden baskın yapmayı düşündükse de, gerçekleşmedi. Böyle olması da, hayırlı oldu. "Resûlullah efendimiz, kalbimizden geçenleri sezmiş olmalı ki, ikindi namazını, Eshâbına korku namazı olarak kıldırdı. Bu, bana çok tesir etti. Kendi kendime, “Bu zât, herhâlde, Allah tarafından korunuyordur..” dedim. Mekke’ye döndüğümde, çeşitli düşünceler içinde bocalıyordum..”
Kardeşim, Velid bin Velid umre için gelip Mekke’ye girmişti. Beni arayıp bulamayınca, bana bir mektup yazmış ve mektubunda şöyle demişti; “Doğrusu, ben, senin islâmiyetten böyle tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüşün kadar şaşılacak bir görüş görmedim! Hâlbuki, eğri yola gitmekten seni alıkoyacak bir aklın da var! Aklını kullansan ya! İslâmiyet gibi bir dîni, kim bilmez ve tanımaz olabilir?" Resûlullah efendimiz, seni, bana sordu. "Hâlid nerededir?” dedi. Ben de, “Allah, onu getirir” dedim. Resûlullah efendimiz bunun üzerine buyurdu ki; “Onun gibi bir adam, islâmiyeti bilmez ve tanımaz olabilir mi? Keşke o, bütün savaş ve çabalarını Müslümanların yanında, müşriklere karşı gösterseydi, kendisi için ne kadar hayırlı olurdu! Biz, kendisini başkalarına tercih eder, üstün tutardık!”
“Ey kardeşim! En elverişli, en yararlı yerlerde kaçırmış bulunduğun fırsatlara acele yetiş!”
“Bana, kardeşimin bu mektubu gelince, gitmek için, acele ettim. İslâmiyete olan isteğim de arttı. Resûlullah efendimizin söyledikleri ise, beni çok sevindirdi, ferahlattı.”
Hâlid bin Velid şöyle anlatır; "Kardeşimin mektubu bana ulaşınca, Müslüman olma arzûsu bende çok kuvvetlendi. Gitmek için acele ediyordum. Resûlullah’ın söyledikleri beni çok sevindirmişti. O gece uyurken, rüyâmda sıkıntılı dar ve çöl gibi susuz yerlerden, yemyeşil geniş ve ferah bir yere çıkmıştım. Medîne’ye varınca, bu rüyâmı Hz. Ebû Bekir’e anlatıp, tâbirini ondan sormaya karar verdim."Medîne’ye vardık. Elbisenin en güzelini giyip, Resûlullah sav efendimizle görüşmeye hazırlandım. O sırada kardeşim Velid geldi ve dedi ki; "Acele et! Çünkü peygamberimize sizin geldiğiniz haber verilmiş ve O da çok sevinmiştir. Şimdi sizi bekliyor." Ben de acele ile O yüce Peygamberin huzuruna vardım. Gülümsüyordu, selâm verip dedim ki; "Allah’tan başka ilâh olmadığına ve senin de Allah’ın Peygamberi olduğuna şehâdet ediyorum.” “Sana hidâyet veren, doğru yolu gösteren Allah’a hamd olsun. Senin akıllı olduğunu biliyor, bunun, er veya geç seni selâmet ve hayra ulaştıracağını umuyordum.”
Sonra günahlarımın affı için, Allahü Teâlâ’ya duâ etmesini istedim. Resûlullah efendimiz de buyurdu ki; “İslâmiyet, kendisinden önce işlenmiş olan günahları söküp atar." Sonra da ellerini açarak duâ buyurdular; "Yâ Rabbî! Hâlid’in, kullarını, senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün çabalarından ileri gelen günahlarını bağışla!”
Peygamber efendimiz, bana, kendi evinin yanında bir yer verdi. Beni savaşta hep süvâri birliklerinin başına kumandan tâyin etti. Daha sonra Mekke’de iken gördüğüm rüyâyı Hz. Ebû Bekir’e anlattım. O da buyurdu ki; “Görmüş olduğun o ferahlık yer, Allahü Teâlâ’nın, seni, müşriklikten islâmiyete erdirmesidir.”
Hâlid bin Velid, Müslüman olduktan sonra, ilk olarak Mûte gazâsında bulundu. Mûte harbi başladı. Şiddetli çarpışma olurken; Hz. Zeyd bin Hârise, Hz. Ca’fer ve Hz. Abdullah bin Revâha sırasıyla şehit oldular. Sonra sancak Hz. Sâbit bin Akrem’e verildi. O, sancağı bir yere dikip, mücâhidleri yanına çağırdı. Herkes toplanınca dedi ki; “Aranızdan birini kendinize kumandan olarak seçiniz ve ona tâbi olunuz!” Ona dediler ki; “Biz seni kumandan seçtik.” Bunun üzerine; “Ben bu işi yapamam” dedi ve Hâlid bin Velid’e dönerek dedi ki; “Yâ Hâlid! Senin savaş tecrüben, askerî bilgin, askeri heyecanlandırarak harekete geçirmen benden fazladır. Sancağı acele al! Savaş devam ederken bu işlerle oyalanmamız bizim aleyhimize oluyor! Böylece Hâlid bin Velid sancağı aldı. Akşam vakti yaklaşmış idi. Güneş batıncaya kadar pek müthiş çarpıştı. Onun bu mahâretine kâfirler bile şaşırdılar. Akşam oldu. Sabahleyin tekrar saldırılacaktı. Hâlid bin Velid, şaşılacak derecede askerî dehâya ve savaş tecrübelerine sahip bir kahramandı. Sabah olunca, İslâm askerinin düzenini değiştirdi. Sağ taraftakileri sol tarafa, sol taraftakileri sağ tarafa, ön taraftakileri arka tarafa ve arka taraftakileri ön tarafa aldı. Rum askerleri, daha önce tanımış oldukları kişilerle karşılaşmayınca, hepsi birden şaşırdılar. “Demek ki, bunlara yardımcı kuvvetler gelmiş..” diyerek korkuya kapıldılar. Hâlid bin Velid’in kumandasındaki mücâhidler, Rum askerlerinin morallerinin bozulmasından istifade edip, hücûma geçtiler. Üç bin kişilik İslâm askeri, Heraklius’un 100bin kişilik ordusunu bozguna uğrattı.
Hâlid bin Velîd, başında sarığı arasında bir sakal-ı şerîf taşırdı. Bunu taşıdığı her muhârebede zafer kazanırdı. Bütün savaşlarda muzaffer olmasının sebebini sorduklarında, sarığını çıkarıp, içindeki mübârek sakal-ı şerîfi gösterir ve onun sayesinde zafer kazandığını söylerdi.
Allah’ın kılıcı Hz. Hâlid, bütün gücü ile Haçlı ordusunun merkezine yüklendi. Merkezdeki kuvvetlerini dağıtınca, Rum ordusu kaçmaya başladı. 100 binden ziyade Haçlı askeri öldürüldü. Buna karşılık 3000 Müslüman şehit oldu.
Hâlid bin Velid, 642 yılında Humus’ta hastalandı. Vefât edeceği sırada kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra buyurdu ki; “Nice kılıçlar elimde parçalandı. İşte bu benim ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş olan bu Hâlid’in yatakta ölmesidir. Ah Hâlid! Şehit olamayan Hâlid! Harp, benim etimi çiğneyemedi. Şehitlik mertebesi hariç elde etmediğim makam kalmadı. Vücûdumda bir karış yer yoktur ki, ya kılıç yarası, ya bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın. Ömrü, Dîn-i İslâmı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak üzerinde mi olacak? Ölümü her zaman, harp meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehit olarak beklerdim..”
Hz. Hâlid bundan sonra Yermük savaşını hatırlayarak buyurdu ki; “Ah Yermük günü! İnsan kanlarının vâdide sel gibi aktığı Yermük! Şiddetli bir kırağının olduğu gece, gökten boşanan yağmura karşı, kalkanımın altında gecelediğimi unutamıyorum. O gece Muhâcirlerden kurulu akıncı birliğimle baskın yapmak için sabahı zor etmiştik. Ah Yermük harbi! Üç bin yiğitle, yüzbin kâfire karşı zafer kazandığımız Mûte’yi bile unutturdun! Ey yakınlarım! Cihâda sarılın! Bu topraklar ancak cihâd etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük savaştır. Bundan sonra, daha nice savaşlar birbirini takip edecektir. Sakın gaflete düşmeyin! Şimdi, kendimi at kişnemeleri arasında, Allah Allah nidâlarıyla insanlara dar gelen Yermük Vâdisi’nde hissediyorum. Vallahi Rabbimden, beni her gazâda diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim..”
Hz. Hâlid biraz sustuktan sonra, “Vasiyetimi bildiriyorum, beni ayağa kaldırın!” deyince, ayağa kaldırdılar. “Beni bırakınız! Şimdiye kadar hep taşıdığım kılıcım, artık beni taşısın” diyerek kılıcına dayandı. Bundan sonra, “Ölümü, savaştaymışım gibi ayakta karşılayacağım. Öldüğüm zaman, atımı, savaşta tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz! Atım ve kılıcımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı, bu kılıcımla kazınız! Kahramanlar kılıç şakırtısından zevk alır..” dedi ve yatağına düşüp Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.
Hz. Hâlid, savaşçı olduğu kadar şahsi fazilet ve ilim konusunda da üstündü. Fırsat buldukça Hz. Peygamber'in sohbetlerinden istifade etmiş, Medine'de onun etrafında bulunan ilim ve irfan ashabı arasında Hz. Hâlid'in bulunduğu zikredilmiştir. Bütün Eshâb-ı kiram gibi, Hâlid bin Velîd de, ömrünü islâmiyetin yayılması için harcamıştır.
Hz. Hâlid, Buhârî, Müslîm ve diğer hadis kitaplarında Hz. Peygamberden 18 hadis rivayet etmiştir.
Peygamberimiz sav; "Hâlid Allah'ın kılıcıdır.” buyurmuştur. Yine onun için; “Hâlid bin Velid'e gelince, o her şeyini sizin için vermiştir, nesi var nesi yok harplerde Allah yolunda sarfetmiştir.” (Ebû Dâvûd, Sünen, I, 163)
Resûlullah’ın hiçbir Eshâbı, rahat yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında yada uzak beldelerde Dîn-i İslâmı yayarken garip olarak şehit oldu.
HALİD BİN VELİD ra SÖZLERİ
“Sizin, hayat ve şarabı sevdiğiniz kadar, ölümü seven bir orduyla size geldim.” Halid bin Velid
ALLAH ONDAN RAZI OLSUN.
Şimdileri bilmem ama sevmek eskiden sakınmaktı..
Sevmek de değilmiş mesele ..
’..فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ
Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? |mülk/3
"Ne sevmekten korkmak , ne zulümden korkmak
bize yakışmaz.."
Güzel paylaşımları olan kısa bir blog listesi yazar mısınız 🍂
Paylaştıklarıma bakın lütfen blog adını yazmayı dahi hatırlamıyorum kusurma bakmayın :)
Studio Ghibli + Rain
şeker portakalı :)