"salaskulube burada bitiyor”
“yalan da olsa mutluyum”
Bir yerlerde doğa vardı,zaman genişlerdi,gözlerimiz işte o vakit görürdü,kulaklarımız duyardı bir öğreti gibi olurdu geceler,geceler uzun demekti,karanlık demekti ve yıldızlar demekti.Tenimize deniz değerdi sırf tatil olduğu için değildi,biz Horozköy’e seslenirdik hava buz saçardı,ellerimizi hissetmezdik,yeni doğan güneşe koşardık yani ısınmağa,gözlerimizi güneşle batırırdık kafamızın içinde yalnız sevgiler,hasretler,akşam çayları...Daha nasıl anlatılabilir bu asabiliğim,hayat dışarda akıyor,biz içerde duruyoruz.İçerde yalandan gülüşüyoruz...
51.
Gök maviydi iç içe İçinde kuşlar ve sesler Ve içinde ben varım,kainat içre Şehrin içinden çıkageldim rüzgarlarlan ve terlen sulara dadandım uzayan sulara Karıncalar geçer üzerimden meraklı Kollarında tüyler nasıl kımıldarsa öyle kımıldanır yapraklar -İlk dikkatimi çeken şeydi kolların ve beyaz bileklerin Esintiler bir yerden bir yere tatlı akmada Bu durum gayri pek çok şey anımsatmada Kafamın içinden ilimler ve sevdalar geçiyor İlimlerden sevdalara uzuyor ilim diyorum,ilim işlemiyor durumumuza daha kati değil algoritmalar gönül hasretinden Bir çark işlemelidir diyorum Yalnızlığımlan yitip duruyorum Sular da olmasa... Değişip akmakta olan sular içimizi serinleten sular...
50.
Yeni bir hikayenin (belki de daha önce okumuşumdur kimbilir) ilk satırında şöyle diyordu -böyle bir anda dört duvar arasında olunmazdı elbet- pekala Sait Faik senin dediğin gibi böyle bir anda elbette yeşillikler bizi paklayacaktı,ve insansızlık...İnsansızlık demek de çok doğru değil aslında,yanıbaşında bir sıcaklık,nefes,en azından parmak uçlarınla ancak değebildiğin bir kol istiyor insan canı...Üstelik benim gibi baktığı her gözde ve yüzde bir kıvılcım arayan birinin insansızlık demesi saçmalıktır,o vakit şöyle diyeyim bizim gibi kıvılcımlar arayan insanlık,umutlar arayan insanlık,yalnızlıklar arayan insanlık,birliktelikler arayan insanlık,yeni bir çağ arayan insanlık,yeni bir dünya arayan insanlık...
"promethus' tum, çiviyle çakılırken taşlara ciğerimi kartallara yedirdim spartaküs'tüm, köleliğin çığlığında aslanlara yem oldum, tükendim kör kuyuların dibinde yusuf'tum kerbela çölünde hüseyin zindanlarda cem sultan, sehpada pir sultan kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu tanrılardan ateş çaldım yüzyıllarca tutuştum, üst üste yandım. bir anka kuşu gibi anne, bir anka kuşu gibi kendimi külümden yarattım."
“soluğunu geçir bana...”
“ay ışığı yedir bana”
Yıllarca aynı kalabilirmiş taşlar ve sokaklar,duvarlar yer değiştirmez bir bütünlükle selamlayabilirler,güzelliğini kaybetmiş yapılar ve insanlar arasında yalnız çocukların masumiyeti var yer küreyi güzel kılan.
Biz yürürüz yol boyu,bir tepeyi aşar bir tepeyi ineriz ve gökyüzü daima üzerimizdedir bunu biliriz,hatıralarımız hep olduğu yerdedir,ellerimiz olduğu gibidir,kafamızın içi de böyledir.Bir tepeyi arşınlarız,taş yapılardan geçeriz,karşıdan karşıya geçeriz,bir yanımız şiirdir,bazan oturup izleriz ve hüzünleniriz içten içe,ellerimiz uzanamaz ellerimiz olduğu yerdedir,sevdamız olduğu yerde!
“Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle. Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile... “
49.
Başı boşluğumda buldum beni Gönül boşluğumda sessiz eskittim gözlerini ( Sessizdi,kimsesizdi diyemem birileri görmeden ağlar silerken gözlerimi kendimi yepyeni gibi hissederdim, bembeyaz bir su karanlığa değiyordu Bir ateş kendince yanıyordu, bir nokta yanıyordu yitip gitmek bilmiyen işsiz elleri alnında tarumar fikirlerini durdurmaya çalışıyordu saat gibi işliyen kafanın içine,ne çare ki buna karanlıkta ancak bir dahiydin belki yarın.. belki yarın.. diye kördüğüm atardım fikirlerime işte bir nokta belki yarın.. )
Mayhoşluğumdu yepyeni ümitlerim Ser hoşluğumdu yitip giden yıllarım
“İçimde binlerce istekler vardı Bir şair, yahut bir hükümdar gibi“
Yarım Ada
Ellerimi ellerimle saklıyorum -- Ellerimin rengi gece gibiydi Fakat aslı bu bir nesneydi Bir ateşi yakan,başlatan Bir ateş gibi kavrulan,dokunmak isteyip Nesneleri alıp ordan oraya koyan Ordan oraya umut savurandı - Rüzgarı tersine estiğinde severim Deniz dümdüzken deniz midir ? - Anı defterimi kalemim bittiğinde bıraktım Sonsuzluğa uzayan ve italik şevkatli el yazısı... - Sonsuzluktan gelen bir deyiş : “sevmesini iyi bilirim,düşünmesini öğrendim”
Koşarak at: Façyo’yu geçtim Kireçburnu beni selamlıyordu Bu adı sevdim Koştum Büyükdere’ye Yıllarca öteye -sonra neden - Atın gözleri aklıma geldi Kapkaranlık yarımadamızda Öldü ıpışık saçarak
bir deyiş : Hala tazedir gözleri
heyula: kimsesiz yarımadada ve rüzgarla ve atlarla göremediğim kara seslerle bir Odysseus tavırları takınıyordum mülteci bir yaşama benzeyordu bekledim,yalnızca,bek.. vakitler ilerlesin diye itekliyordum çıktım dışarı rüzgarın getirdiği envai sesle itekleniyordum hayır....vakitler uzuyordu ve atlar kişniyor,domuzlar homurdanıyor,kukumavlar vuuluyordu tekrar girdim içeri düşüncelerim saplanıyordu ince yarıklardan ses büyüyordu hasret dolu yüreğimi koydum bu bahse ve realiteyi aldı harman yerine benzeyordu,gerçek bir erkek gibi döğüştüm ardımla ve ilerimle ve şuanla.... nefsimiz tabiatladır ve bir Kalypso’dur yürüdüm kaya diplerinden,buldum Kalypso’yu gizli oyukları gördüm bilirim hala gizlidir büyülüyordu Kirke sanki altımda ve üstümde gibi güneş tatlandırırdı yarıkları oysa, gece güneşin üstünü örter korkunç bir bumerang gibi uğuldardı bu yüzden yıldızlarımızı üstümüze diktiler geceleyin ve göz kulak olalım diye Kibele’ye diktiler bizi yıldızların altına döngüsel bir heyulanın ortasına ..
48.
Kedi yavrusunu sevdi ellerini ağzını temizledi Etrafında kurumuş yapraklar vardı Üstünde yattılar hışırtılarla Yağmur yağdı baktım yavrusu altında Rüzgar vardı baktım yavrusu altında Güneş vardı baktım gene ordalar Yıldızlar vardı baktım ordalar Daha üstlerinde çırılçıplak ağaçlar Yalnızlığı ve devinimleri tetikleyen Önceleri bir perde gibiydiler atmosferde Hacim kaplıyordu güven vericiydi Bir yerlerini saklamak için duyulan hacimdi ya da göz dolduran Denize dalışın aklıma geliyor Martıları tanımıyorsun Dalgalar dudakların gibiydi Nerdeydi kayalar ve dalgalar yıllar oldu Arıyorum bütün tablolarda, camekanlarda, geometrilerde, detaylarda... Kadıköy’ün kaldırım taşlarını bilirim; ne sevgilerimle yürüdüm üzerlerinde yürümeyi seçtim her seferinde Eminönü’nün hanlarını bilirim ; ne çok dolandım avare sadece hissetmek için hissettim mi çok,ama zararı yok Artık yalnız fotoğraflarda görüyorum Sevdalı bir adamın bıyıklarını Kasketli bir askerin arkasında uzanan Arşipel’i Dudakların eski zamanların dışa vurumuydu Antik bir çağdan geldiğini düşünürdüm Fakat gidiyor ve belki hala gitmektedir antik çağa Ve sevdaları yalnız şiirlerde buluyorum ...
“...kaç yaşında , sormadım, düşünmedim, bilmiyorum. Dünyanın en iyi kadını, dünyanın en güzel kadını. Benim karım. Bu bahiste realite umrumda değil...”
iklimlikler
İklimler yerini buldu.Yürümek eylemi bir zevk,camekanlardan kendime bakmayı seviyorum.Bir Eminönü köprü altı çalgıcısı fülütüyle aylardır “şimdi uzaklardasın” çalıyor,hiç değiştirmedi belki de başka bilmiyor.Bunu ilk duyduğumda çok duygulanmıştım,şimdi duygusuz çalıyor artık çalmıyor doğrusu sadece üflüyor,gönlümüzü çalamıyor ama olsun,kazanıyor demekki bereket versin.Bir şemsiyeci yıllardır hep orada şemsiye satar,yaz kış satar ve güleçtir.Büfeci yoldan çevirtir ilgili sözleriyle “işte sen bir esnafsın” derim.Saatçi ona casio’cu da demek gelir içimden,sırf babacan ifadesine ondan alışveriş yapasınız gelir.Merhaba efendim,saygılar.Yaşar usta,her gidişimde uğramaya çalışırım,dükkanda saatlerce yalnız kaldığından bana dökülür,dinlemekten yorulurum,afilli şevklen küfreder.Ali usta’ya rahmet eylesin,onun dükkanında nice güzel anılarım oldu,onunla beraber onlar da mazide bir yerde duruyor.Mevsim artık dolanma mevsimi.Bir bakış değdi ki hemen kaçtım.