Yaz sonunun hiç uğramadığı bir yerdeyim.
.
.
.
Çok bi sevdiğim yaralar.
Yeditepe İstanbul'un merhem olabildiği yaralarım var, çok bi sevdiğim.
Şu an konuşan dördüncü personam;
Bizi ne tanımlar yorgunluğumuzdan başka?
Belki senede iki uğradığımız mezarlıklar.
Tufan zaten kopmuş,
Yanınızda filler, zürafalar ve ismini çıkaramadığım hayvanlar.
Doluştunuz gemiye, bari kapılın esintiye.
Şu an konuşan dördüncü personam;
Nereye varınca durmam gerektiğini unuttum.
Artık mevzu yolculuktan ve yolcu olmaktan çıktı,
Süzülmeye döndü.
Sabahın dördü;
Umarım dedikleri gibi her keşfin bir kaşifi vardır.
Şu an konuşan üçüncü personam;
Dördüncüyle küs.
Kazı kazanına çökmüş, beş senedir konuşmazlar.
Beş bin liradan bahsediyoruz, beş dakikada halledilecek konu değil.
İçinde beş geçen yeni bir cümle yazasım yok.
Şu an konuşan dördüncü personam;
Bu dünyanın rengini affedemiyorum, çok güzel.
Gün batımında, terasta iki kadehlik ömrüm var.
Siz gelmeyin;
Fil, zürafa ve ismini çıkaramadığım o hayvanlardan kokuyorsunuz.
Üstünüze sinmiş.
Şu an konuşan dördüncü personam;
Neden hala kurmadığım cümlelerin özlemini duyuyorum?
İnsan böyle işte;
Konuşamadıklarıyla yargılanıyor.
Sessiz kalmanın bir günahı var elbet;
Üç tuborg, doksan lira mesela.
Şu an konuşan dördüncü ve üçüncü personam;
Barıştılar.
Şu an konuşan benim;
Hiç gidilmemiş bir kara parçasına da keşif denmez bu arada.
Haliyle kaşifi de olmaz.
Sadece sarhoş bir şairi,
Tuhaf bir şiiri olur.
Hiç ayak basılmamış kara parçalarına ithafen…
aynalarda saydığın kemiklerin nurten abla,
sızlıyor.
evi havalandır biraz, bu karanlık sana bile fazla.
biliyorum,
için kırılmış lunapark oyuncaklarıyla dolu.
dolabın dönmüyor, atın ve karıncan küsmüş.
çocuk sesleri duymuyorsun,
kestiğin biletler yanık ve tek taraflı.
büyük tansiyonun düşük,
küçük tansiyonun yüksek,
kentin en yoğun caddesinde,
herkes hıçkırık gibi geliyor gözüne,
nefesini tut geçecek.
ah bi kafesinden kaçabilsen nurten abla,
biliyorum,
ilk önce bakıcına saldıracak,
sonra kaldırımda rutubetli bir tütün saracaksın.
biliyorsun,
olan sana olacak.
gün batana dek ağlayacaksın.
senin adın kafes nurten abla,
kaçtığın şey kuru nefesin.
evi havalandır biraz, bu karanlık sana bile fazla.
sendeki bu küstah hüzün,
beni bile uyutmaz geceleri.
söylesene be nurten abla;
kendine nasıl katlandın geceleri?
kurusun diye astığın çamaşırlara,
hüküm giymiş gibi üzülürsün.
kırmızı pelerinin çabuk kurumuyor diye,
bütün gece düşünürsün.
kahvaltıdan alamadığın verimi,
hayattan alamazsın abla.
çünkü yumurtayı tek başına yemek,
bütün derbederlerin başlangıç noktası.
insanların söyleyecek bir şeyi kalmadı sana,
duyacakları kaldı.
gel görelim, seni çivisi yamulmuş kelimelerin,
sundurmanın altında bile ıslandı.
sen bence taşın abla,
evden değil kendinden.
sonra bir astar attır kendine,
küf başka şekilde kaybolmaz.
evet nurten abla,
senin gökyüzüne doğru buharlaşan acın,
atmosferde kaybolmaz.
bu karanlık sana bile fazla,
evi havalandır biraz.
Iceland Road
© Robert DIcon
Saat 00.04.m4a - SoundCloud
Listen to Saat 00.04.m4a by retrokeci on #SoundCloud
seninle vals yapacağımız gün,
fonda eric satie ya da gabriel faure,
güneye giden bir kuş sürüsü güzergah üstünde
hiçbir çatıda,
hiçbir gölette,
hiçbir şehirde mola vermeyecek.
o gün söylenecek her cümle,
söylenmişliğine mahkum bir biçimde,
geçmişe gömülecek.
sessiz kaldığımız her an ise,
kahramanlığa soyunacak.
kasabanın birinde,
çeyrek asırlık bir demirci,
portakala bürünmüş gökyüzüne,
tam saatinde,
uzun uzun bakacak.
sebebini hiç bilmeden şarap içecek.
sebebini hiç öğrenemeden ölecek.
yine o vakit sularında,
evsiz çocuklar,
yarım kalmış bir inşaatın içinde,
ateş kusan bir varilin başında,
açlık çekecek.
devriyesi henüz bitmiş bir polis,
çocukların cebine çorba parası koyacak.
o polisin çocuklarına ise,
mahalleden geçen fransız bir turist,
gazoz alacak.
fransız kadın yalnız…
dönüştüğü insandan rahatsız…
belki de günah çıkarıyor müslüman bir ülkede.
bilemeyiz…
bir ağacın gölgesinde,
‘’ağaç kimin gölgesinde?’’ diye merak edemeyiz.
valsin sonuna doğru,
petrol savaşları bitecek.
emin ol borsa da çökecek.
pluton yine gezegen olmuş.
ortaçgil ölümsüzlüğü bulmuş.
ben bütün insanlığı seveceğim senin nezdinde,
bütün dünya seni sevecek benim nezdimde.
ve bu vals,
sonsuza dek sürecek.
tabii ki bugün ki gibi,
tam olarak bu şekilde,
gözlemlenemediğin sürece…
son olarak;
bu şiir de,
söylenmişliğine mahkum bir biçimde,
geçmişe gömülecek.
“Deli Aysel”
Aysel Gürel’in Müjde Ar’ın annesi olduğunu biliyorsunuz. Peki o, sadece birinin bir şeyi olacak kadarlık bir insan mıydı bir bakalım. Onu tanımayan yeni nesillere de örnek olsun.
Aysel Gürel'in İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünü bitirdiğini, Tanpınar'ın öğrencisi olduğunu, bir süre edebiyat öğretmenliği yaptığını, bir şarkı sözünü beş dakikada yazabildiğini, ilk şiirlerinde hece ölçüsü kullandığını ve bu nedenle bestelenmeye müsait şiirler yazabildiğini, aruz bildiğini, yirmi binin üzerinde şarkı sözü/şiirinin bulunduğunu, ölüm döşeğinde otuz şarkı sözü yazdığını ve bunların vefatından sonra bir albümde toplandığını, vefatından sonra kızı Mehtap Ar’ın toplamak için girdiği evde müsveddelerle başa çıkamayıp bunları çuvallara doldurduğunu, “boş bulduğu her yere yazmış” dediğini, evin yeni kiracısının Tarkan’ın arkadaşı olduğunu, bu yeni arkadaşın eşikte sıkışmış kağıt parçası bulduğunu ve bunu Tarkan’a ilettiğini, Tarkan’ın da Müjde Ar’ı arayarak parçayı bestelemek için müsaade istediğini, bu şarkının Sevdanın Son Vuruşu olduğunu, şarkının yılın şarkısı seçilmesi neticesinde Müjde Ar’ın sahneye annesi Aysel Gürel kostümüyle çıktığını
biliyor muydunuz mesela?
“Ben Türkiye'de kadının bilinçaltıyım” cümlesiyle sarstığını
stilini eleştiren ya da sorgulayan kızlarına “döpiyesli, topuzlu bir kadın olsaydım düşüncelerim bu toplumda karşılık bulamazdı, çünkü silikleşirdim” dediğini
aykırı görünümünün tamamen şov, poz olduğunu; toplumsal tabuları yıkmak için bu stille çabaladığını
doksanlardaki tekerleme gibi şarkıları (abone, hadi yine iyisin, hadi bakalım kolay gelsin, şov yapma…), toplumun basitleşmeye olan evrimini ileri gördüğü için kasten yazdığını ve Türk popuna yön verdiğini
Ateş Böceği (Gençlik Başımda Duman), Firuze, Sevda, Haydi Gel Benimle Ol, Git, Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam, Sen Ağlama, Ünzile, Vur Yüreğim gibi zamanını aşmış birçok şarkının söz yazarı olduğunu
80 yaşına kadar gece gündüz ürettiği için Türk kadınına ilham olmayı temel gayesi saydığını
biliyor muydunuz?
Benim ideal kadınlarımdandır. O nedenle bilin istedim.
Özetledim ama dahasını bilmek isterseniz diye linkliyorum:
Boşluk zamanı.
Saat 00.04.
Aslında pencere kapalı.
Sokağı kedili şehrin martıları henüz uyumamış.
Motorların tek tük sesi gelmekte.
Bir üst sokak portakal sosunda dinlendirilmiş ahtapotunu yerken, beyaz şarabını yudumluyor. Gülüşler şen kahkalardan uzak, alkol oranı kibrin kotasını aşamamış henüz.
Yan masada keyifler çakır. Rakı masası sohbeti, rutininde sekmeden devam ediyor. Ne diyordu en son o adam “Piyasadan çeksinler tüm dolarları da göreyim o zaman ben o Amerika'yı…”
Alt sokakta bir kadın. Elbisesinin eteğini çekiştirmiyor artık. Arnavut kaldırımlı, bol hıyarlı sokağın tam ortasında hafif yalpalayarak yürüyor. Kafası kendinden güzel değil henüz. Hala çekmemişler durduğu yeri ayaklarının altından. Ama yakın zelzele zamanı.
Bizim sokak. Benim olmadığı halde bizim olan sokak. Ben, içim, dışım, keyfim, fikrim. Hepsi burada hocam. Hepimiz burdayız. Motor sesleri kesildi. Arka bahçedekiler karanlığı kapattı. Son çaylar içildi. Son dedikodular verildi. Sarıldı, öpüşüldü, iyi geceler dilendi.
Işığı kapat. Klimayı da öyle. Malum çarpıyor sonra. Ama pencere az da olsa aralı kalsın. Sessizliği hiç sevmem. Martılar hala ayakta ne de olsa. Hem herkes susunca iyot da kokuyor burası.
Offff çenesi düştü yine zihnimin. Saat 00.26. Neyse ne diyorduk. İyi geceler.
Cate Blanchett.
Kaynak: twitter.com/mubiturkiye