“benim baba kız ilişkim 7 yaşında bitti ne yazık ki. onu gerçekten saf katıksız duygularla sevdiğim son yaşlarımdı. beni sırtına alır, taklalar attırır, gıdıklardı. saçlarına tokalar takıp şekilden şekile sokmama izin verirdi. okuldan eve döndüğümde istediğim oyuncak yemek takımıyla karşılaşırdım. öğretmen olduğu için anaokulunun ara molasında beni kantine götürür, istediğimi alırdı.
sonra erkek kardeşim oldu. küçük çocuğun şımartılmasından mıdır erkil yapıda olduğundan mıdır bilmiyorum fakat bundan sonra ilişkimiz bozuldu.
8 yaşında, evin sandalyesinde ileri geri sallanırken yapma kırarsın diye bir ses geliyor babamdan. dinlemiyorum şakalar yapıyorum sallanıyorum yine, sonra hızımı alamıyorum düşüyorum. hızlı düşüyorum ve canım acıyor, toparlanıp kalkarken bir şamar da babamdan yiyorum “kıracaksın sandalyeyi yapma bir daha! ” odaya geçip karanlıkta parkede oturup istemiyorum hiçbir şeyinizi diye ağladığımı hatırlıyorum.
4. sınıf. evimiz o zamanlar dubleks, alt kata inen merdivenlerin iki korkuluğuna atkımı bağlamışım, kendi çapımda salıncak yapmışım, üstüne oturmuş sallanıyorum. o sırada oturma odasından babam çıkıyor, “baba bak salıncak” derken babamın gözünde o sinirli ifadeyi görüyorum, o bana hızlı hızlı gelirken yanlış bir şey yaptığımı anlıyorum ve korkuyla atkıyı çözmeye çalışıyorum. ben uğraşırken o saçlarımdan tutuyor, bildiğin yerde salona doğru sürüklüyor “o merdiveni kaça yaptırdık haberin var mı senin! salak mısın sen! çöz şu atkıyı!” karanlıkta salonun koltuğuna oturmuş elimdeki atkıyı çözmeye çalışırken “niye böyle yaptı ki? yapma dese yapmazdım” diye düşünerek hıçkırarak sessizce ağladığımı hatırlıyorum.
5. sınıf. kardeşim yürümeyi çoktan öğrenmişti. yürütecinin uzay sesleri çıkaran tuşları vardı üzerinde,bilirsiniz,bebekler için konulanlardan. merakımdan nasıl çalıştığını öğrenmek istedim. zaten bi tuşu arada tekliyordu,basınca bazen çalışmıyordu. ben elimde kurcalarken babam beni gördü “uğraşma bozarsın” deyip salona geçti. çocuklukla tabi ki dinlemedim. gerçi şimdi olsa yine dinlemezdim sanırım,zaten tekleyen bir alet,bozuk sayılır. neyse biraz daha uğraşınca sistemi bozdum. çaktırmadan yerine bırakıp odama geçtim. 5-10 dakika sonra kontrol etti sanırım. içeriden “ben sana bozarsın demedim mi ” diye benim odaya doğru yaklaşan bağırışını duydum. korkudan hemen kalkıp kapıyı kilitledim. babam dışarıda kıracak gibi kapıyı yumrukluyor. annem arkadan “aç kapıyı kızım daha da uzatma, bir şey olmayacak” diyor. bana kalsa hiç açmamayı düşünüyorum ama o kadar şiddetli ki kapının kırılmasından korkuyorum, öyle bir şey gerçekleşirse dayağın iki misli artacağını biliyorum. anneme de güvenip kilidi açıyorum. hışımla içeri giriyor. tokatla hafif dengemi kaybedip yere oturup sırtımı yatağa verip oraya sığınıyorum “yüzüme bak yüzüme” lafından sonra bi kaç sert tokat daha yediğimi hatırlıyorum. resmen zaten bozuk olan bir yürüteç oyuncağı yüzünden dayak yiyorum.
bu zamana kadar cesaretimden ve sonuçlarından gurur duyduğum kararı veriyorum ve liseye geçişte sırf kurtulmak için il dışı yatılı okul yazıyorum. sonucunda ise hayatımın en güzel en eğlenceli 2 senesini yaşıyorum. her anından gerçekten aşırı keyif alıyorum. fakat küçük yaşta yatılı okumak ağır geldiğinden midir, benim yapımdan mıdır yoksa bu ikisinin ortak sonucundan mıdır bilmiyorum ama lise birden beri şiddetli panik atak ve anksiyete krizleri yaşıyorum ve lise üçte eve dönüp oradaki liseye kaydoluyorum. bu sefer şu zamana kadar yaşadığım hayatımın en berbat en depresif dönemini yaşıyorum, 15 kilodan fazla kilo alıyorum ve kendimden nefret eder hale geliyorum.
10-11 yaşımdan sonra neredeyse hiç, çekinmeden, ikinci kez düşünmeden sarılmadım babama, neredeyse hiç öpmedim babamı. uyumaya giderken annemi öperdim bol bol, babamı çekinerek ayıp olmasın diye öperdim.
öpmek isterdim ama onun istediğinden emin olamazdım, çünkü ufak bir tebessüm bile oluşmazdı yüzünde, benim sarıldığım kadar sıkı sarılmadı hiç kolları. doğum günlerimde herkes gelir öperdi beni, babamsa kalkmaz ben gider öperdim babamı. zaten annemizi de yaranmak için öpüp sarılıyormuşuz, öyle demişti bir keresinde. ondan sonra hiç öpmez oldum babamı, yaranmaya çalıştığımı düşünür diye.
bir seferinde bana bakıp gülerek elini omzuma atmıştı,kendine doğru çekip sarılmıştı bana. ne kadar sevinmiştim, gerçek bir gülümsemeydi çünkü! hâlâ hissedebiliyorum kalbimde o an oluşan mutluluğu.
en son, geçen seneki tartışmamızda kavga ederken (ne kadar nefret etsem engellemeye çalışsam da sulugöz olmam dolayısıyla ağlayarak) “seni giderek daha az seviyorum,elimden gelen tek şey bu” dedim.
sevgine muhtaç değilim dedi. attığı hiçbir dayakta canım bu kadar acımamıştı. o zamana kadar hep affettim, unuttum, alttan aldım, yeniden gerçek bir baba kız gibi olmak için elimden ne geliyosa yaptım. hatta bazen haklı olmama rağmen gidip özür bile diledim.
hani illa ki bir çoğunuzun babasıyla/annesiyle unutamadığı, sindiremediği anıları vardır, ama geriye dönüp baktığınızda güzel anılar ağır basar da sırf bu yüzden babanıza/annenize darılmak haksızlık gibi gelir ya, sanırım o yüzden her seferinde bağışlayabildim.
ama o lafından sonra onun yüzünü gördüğümde, sesini duyduğumda içimde oluşan şey neredeyse saf nefret. bazense kırgınlıkla karışık baba özlemi…
geçenlerde bu yaşıma kadar bana yaptığı tahmini masrafı bile hesapladım. olur da ileride özgürlüğümü tam anlamıyla kazandığımda ona öderim,hakkı bende kalmasın diye. her tartışmada yüzümüze vurabildiği tek şey yaptığı masraflardı. üç kuruşluk masrafının hakkı, babalık hakkından fazladır.
özür dilerim baba, özür dilerim ama seni affedemiyorum. yarım sarılışının hatırlayabildiğim tek sevgi gösterişin olmasını affedemiyorum. her mutlu baba kız fotoğrafı gördüğümde kalbimin acımasına sebep olmanı affedemiyorum. bana paradan başka bir şey vermemiş olmanı affedemiyorum. yaptığın her masrafı yüzüme vurmanı affedemiyorum. gerçek bir baba olmayışını affedemiyorum. bütün bunları yazarken tekrar tekrar beni defalarca ağlatmanı affedemiyorum.
ve özlüyorum. 7 yaşıma kadar olan anılarımızı özlüyorum. bana yaptığın masrafların sana dert değil mutluluk vermesini özlüyorum. mutlu olmam için her şeyi yapabilmeni özlüyorum. mutlu olduğumda ise benimkilerle birlikte gerçekten gülen gözlerini özlüyorum.”