Avatar

Yürekbalı

@yurekbali / yurekbali.tumblr.com

"Adımlarını topla. Gidecek yerimiz yok kalbimizden başka."
Avatar

Çocukluk... Tanrının süt kokan fotoğrafı. Hayatın ilk harfi. Büyük şarkısı. Lekesiz arzu. Ten masalı. Ruhun billuru. Sevmenin kâğıtsız kalemsiz okulu. İnsanın bedenine indirilmiş sonsuzluk. Gömüldüğümüz en güzel mezar. Çocukluk... Bütün uzaklardan dönüp geldiğimiz. Büyük ayrılığımız. Gözyaşı haritamız. Büyüme acısı. Dağılmış evler. Hatırası kalmamış bir bahçe. Kırlangıçların getirdiği kimsesiz bir akşam. Yıkıntılar üstünde gözyaşı damlası bir ay. Çocukluk... Sadece güzellik. İyiliğimiz. Tanrıyı ve insanı yeniden yaratan büyü. Yerleri gökleri ayine çeviren zamanlar. Büyüme cezamız. Ah o ölümle bile görmeyeceğimiz ‘büyük saat.’ Büyük yalnızlığımız. - Şükrü Erbaş, Tanrının Süt Kokan Fotoğrafı (Yalnızca Çocuklar Uzaklara Bakar) - Görsel: Nicoletta Ceccoli

Avatar

"Kaç zamirim ki sıfatlarım sayılsın, kaç dokuyum, kaç et parçası, biraz karbon var kalbimde elbette, sen de susun işte benim kadar. Altı çizili bir tebessüm gibi geçirilirken gövdeler, zamanın gümüş renkli labirentine, tekrarına lüzum görülmeyen bir mecazî katliam oldu ifadeler! (...) Kaç zamirim ki sıfatlarım sayılsın, kaç tarihim, kaç tarih kumbarası, biraz azot var beynimde elbette, sen de gazsın işte benim kadar. (...)” - küçük İskender, Bachhus Kasabası (Lezzetli Tümörler Lokantası / İpucu Bırakma Sanatı) - Görsel: Sim Sim

Avatar

Yaşar Abi’yle anılar... anılar... Yaşar Abi aslında çocuk gibidir. Çabuk kırılır, çabuk küser. Ama içinde kötülük yoktur. Fakat kendine yapılanı da hiç unutmaz. Zaten hiçbir şeyi unutmaz ya, neyse. Şimdi sizlere bu konuyla ilgili birkaç anekdot anlatmak istiyorum. (...) Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Çiçek Arif Madem konu küslükten, dargınlıktan açıldı, o zaman bir de Yaşar Kemal Aziz Nesin hikâyesi anlatmalıyım size. Aziz Abi bir yazısında mı, yoksa bir sohbette mi ne Yaşar Abi’yle ilgili bir laf söylemiş. Yaşar Abi de bunu duymuş ve selamı sabahı kesmiş onunla; konuşmuyorlar. Türk edebiyatının ve kültürünün tepesinde oturan, uluslararası ünleri olan bu iki devin küslüğünden herkes rahatsız. Özellikle de dostları, arkadaşları tabii. Kimse de cesaret edip onları bir araya getiremiyor. Böyle de sürüp gidiyor bu durum. Bir akşamüstü Yaşar Abi, ben, Karanlık Cengiz ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hem danışmanı hem basın sözcüsü, Büyükelçi Kaya Toperi dostumuzla Çiçek Bar’da muhabbeti kurmuşuz. Gülmecenin, fıkranın bini bir para. Erken bir saat olduğu için barda kimseler yok. Biz gülmekten kırılıyoruz. Tam tanımıyla yerlerdeyiz. Biz kahkahalara boğulurken bahçe kapısından Aziz Nesin girdi içeri. Yanında, son zamanlarda beraber olduğu kadın arkadaşı. Ölümünden üç beş ay önce olsa gerek. Artık, barda yalnız değiliz. Seslerimize çekidüzen verip biraz kısarak sohbetimize devam ettik. Ne de olsa barın sahibiyiz. İşin gereği bile olsa, ki o yüzden değil, gerçekten saygı duyduğum bir abi olarak Aziz Abi’ye hoş geldiniz demek için masadan kalktım. Aziz Abilerin masasına gidip, “Hoş geldiniz” dedim. Kısa bir süre için de olsa masalarına oturdum. Hoşbeşten sonra, lafı da döndürüp dolaştırıp, Yaşar Abi’yle olan dargınlıklarına getirdim ve niye konuşmadıklarını sordum. Aziz Abi de dargın olmadığından, bir konuşmasından dolayı Yaşar Abi’nin alınganlık gösterdiğinden söz etti. Aziz Abi’nin beni sevdiğini bildiğimden de cesaret alarak sordum: “O zaman Yaşar Abi’yi alıp masanıza getirsem bana kızmazsınız değil mi abi?” “Niye kızayım ki canım. O bizim küçük kör ayıcığımızdır” dedi. Bunun üzerine masadan izin isteyerek kalktım. Kafamda acele bir plan geliştirdim. O zamanki Çiçek Bar’ın şefi Cafer’i çağırıp, soğukluktan bir şişe Cordon Rouge şampanya çıkarıp, servise hazır hâle getirmesini söyledim. Çalışanlardan birinden de fotoğraf makinesini hazır etmesini istedim. Ben işaret ettiğimde hemen harekete geçersiniz, dedim. Sonrasında da gidip kendi masamıza oturdum. Oturur oturmaz da Yaşar Abi, “Aziz ne anlatıyor?” diye sordu. Ben de, o anda yazdığım senaryoyu okudum Yaşar Abi’ye. “Diyor ki Aziz Abi, ‘Ne o, bir şey mi var da Yaşar bana selam vermiyor. Hoş geldin demiyor? Sen bilirsin Arif?’ diye sordu” diyorum. “Peki sen ne dedin?” “Ben de bilmediğimi söyledim tabii.” “Hadi lan ordan. Aziz böyle şeyler söylemez. Düpedüz yalan söylüyorsun.” “Ben niye yalan söyleyeyim abi. Niye uydurayım ki? Ben, bana ne söylediyse onu söylüyorum.” “Beni kandırmaya kalkmıyorsun değil mi?” “Haddime mi düşmüş abi sizi kandırmak.” Yalandan kim ölmüş? Yemin billah ederek doğru söylediğimi, hatta, vakit geçirmeden masasına gitmemiz gerektiğini, yoksa çok ayıp olacağını söyledim. Kaya Abi de Karanlık Cengiz de beni desteklediler. Bana inanmasa da Aziz Abi’ye bir merhaba deme gereği duydu sanırım. “Hadi o zaman, yürü. Beraber gidiyoruz ulan” dedi. Masadan kalkarken bizim şef Cafer’e işareti çakıyorum. Bana tam inanmamış, ikircimli bir hâlde yürürken;

“Bak Arif, yanlış bir şey olursa seni asla affetmem. Bunu bilesin” dedi. “Bilmez olur muyum abi? Tamam, affetme” diyerek yüreklendirdim onu. Ama onun bu konularda bana pek güvenmediğini de biliyordum. Bu yüzden beni tehdit ederek, giderayak işin doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışıyordu. Ne kadar yalan söylemeyen adamı oynasam da Yaşar Abi yine de benim işgüzarlık yapabileceğimi biliyor. Benim yaptığım da riskli bir iş ya, neyse. Aslında ben, Aziz Abi’nin sevgisine ve bilge kişiliğine güvenerek buna yeltenmiştim. Yapacak bir şey yoktu artık. Aziz Abi’nin masasına gelmiştik bile... Arkamızdan şef, garsonlar, komiler eşliğinde şampanya tepsisi geliyordu. Yaşar Abi; "Vay Aziz! Hoş geldin!” deyince, Aziz Abi de, "Nasılsın Yaşar?” dedi ve kucaklaştılar. Aynı anda şampanya da bütün gürültüsüyle “bom” diye hemen arkamızda patladı. Onların ürkmüş, şaşkın bakışları arasında bizim masadan bir alkış koptu. O sırada bir yandan da fotoğraflar çekiliyor. Daha sonra Kaya Toperi de gelerek Aziz Abi ile Yaşar Abi’yi kutladı. Şampanyalar içtik. Böylece uzun zamandır süren küskünlük de son bulmuş oldu. Bu işe en çok sevinenin ben olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Neyse bu kez, kazasız belasız çıktık işin içinden. Bu olaydan üç beş ay sonra Aziz Abi’yi kaybettik. Türkiye büyük bir değerini yitirmişti. Yaşar Abi, Aziz Abi’nin ölüm haberini alır almaz bana geldi. Üzgün... "Aferin ulan Arif. Ne iyi ettin de Aziz’le beni barıştırdın. O gün söylediklerinin hepsinin yalan olduğunu biliyordum. Ama bak Aziz öldü. Sen bizi o gün barıştırmasaydın, bugün birbirimize küs gidecektik. Bu da benim için daha büyük bir acı demekti. Sağ ol lan Hasan Emmimin oğlu. Yalan malan ama iyi ettiğin belli” deyip boynuma sarıldı. Dokunsalar ağlayacak hâldeydi. O an yüreğinden kopmuş gelen iki damla gözyaşı, kirpiklerinin arasından yere düşmek için sabırsızlanıyordu... Aziz Abi’nin yokluğuna alışmak hepimiz için zor oldu. Hâlâ ülkenin çözümsüz sorunlarına, ondan gelecek çözüm önerilerini bekler dururum. Kimsesiz çocuklar için kurduğu vakfının bahçesinde, nerede yattığı bilinmeyen mezarında, ışıklar içinde yat Aziz Abi! Tüm çiçekler üstüne açsın. Yıldızlar üstüne yağsın! - Arif Keskiner, Yaşar Kemal’li Anılar / Binbir Renk Binbir Çiçek - Fotoğraf: Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Arif Keskiner

Avatar

İçinde senden başka ses yoksa o ev ölüdür, dedim. Olur mu, dedi, bir tek sen olsan bile o evin içi dünyayla doludur. Yalnızlığı biliyorum, dedim. Hayal ve hatıradan yapılmış zamanı biliyorum. İnsan yüreğinin bir başına gezdiği yerleri biliyorum. Yaşayan bir sesten söz ediyorum. Kendi kendine konuşmak yerine birisine bir söz söylemekten. İçindeki sesin bir başkasında can bulmasından. Bininci kez duyuyor olsak da, bize bakarak söylenmiş bir söze sevinmekten. Eşyalara bile hayat veren bir sesten. Kapının dışında bir şenlik alayı gibi çınlayan, “benim” sesinden. Fotoğrafların çerçevelerinden inip koltuklara oturduğu bir sesten. Elbette ölümü biliyorum! Ayda bir kez de olsa kapının çiçek açmasından söz ediyorum. Pencerelerin sokağa gülümsemesinden. Çay bardaklarının soluğumuzu kırmızıya boyamasından. Aynaların buğulanmasından. Muslukların şarkı söylemesinden. Acı da verse bir insanın hayatımıza dokunmasından. Odaların birdenbire sokaklarla dolmasından. Çatımıza konan yıldızın sabah bahçemize inmesinden. Tanrının, azıcık da bizim yalnızlığımızda soluk almasından söz ediyorum. Dünyanın en büyük yalnızlığının insan olduğunu elbette ben de biliyorum! Sen konuşmazsan dünya susuyor biliyor musun? İnsan unutmanın sularını geçti. Kimse kimseyi hatırlamıyor. Anlamını bir gün bile düşünmedikleri bir kalabalık yetiyor herkese. Toprağı ölü bir huzurla değiştiler. Gökyüzünü can sıkıntısıyla değiştiler. Arzuyu pişmanlıkla değiştiler. Kimse bir başkasına misafir olmuyor. Acı bitti. Zaman yok. Gönül soğuk. Sevme korkusu öyle kötürüm etti ki herkesi, yalnızlıktan bunalan insan, dönüp yine kendi yalnızlığına sığınıyor. Sadece bir ishak kuşu, gecenin öteki yüzünde, rüzgârın yapraklarda uyuduğu keder saatlerinde, hepimizin etine gömdüğü bir eski şarkıyı bir yaşama nişanı olarak dünyaya salıp duruyor. Radyoda bir Urfa hoyratı, dışarıdaki geceden büyük bir gece içimde, boş sokağa bakarak ishak kuşunun ağıtını söylüyorum odalara: Bu handan / Kervan işler bu handan / Kes siyah zülfünü haraç eyle / Kurtar beni bu kandan. - Şükrü Erbaş, Kes Siyah Zülfünü Haraç Eyle (Çırpınıp İçinde Döndüğüm Dünya) - Görsel: George Frederic Watts’ın Hope/Umut (1885) adlı tablosu (Versiyon 1)

Avatar

Gün aydı da, sen aydın mı arıyorsun Ahmet Abi? Arama! İşte buradalar, oturmuşlar ikisi bir masaya. Gülümseyen adam, Rıfat Ilgaz... Gözlüklü olan, Edip Cansever... Memleketin hâli gibiler Ahmet Abi! Gülen ayva, ağlayan nar gibiler. Tam tamına bizim gibiler, halkın ta kendisi gibiler. Ağlarken güler, gülerken ağlar gibiler. “Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir,” değil mi Ahmet Abi? Oturmuşlar ya, Rıfat Hoca masaya bir sarı yazma serecek birazdan, sonra koyacak Rukiye’nin saçından bir tutam, mum satan bir baba, birkaç hastane odası, bayrağını çekmiş bir vapur... Edip Cansever koyacak Funda Oteli’ni, bezik oynayan kadınları, yer çekimli karanfili masanın tam ortasına... Rıfat Hoca kalır mı aşağı, o da dökecek Hababam Sınıfı'nı masaya tek tek. Ama sanma ki bu kadar! Edip Cansever avucunda bir gül döndürecek ve koyacak masaya ilk yaz şikâyetçilerini... Dudaklarını bilen, öpülmeyi bilmeyen bir kadını... Gelinciğin ikinci tadına benzeyen bir sevdayı... Malatya kokan bir istasyonu... Antep’in kırmızı düzlüğünü... Rıfat Ilgaz, 70 yaşını bırakacak masaya; Cide sokaklarında elleri arkadan kelepçeli, gözleri bağlı, askerlerin arasında karakola götürüldüğü o korkunç günü, ki utancımdan anlatamam. Koyacak sonra masaya ocak katırı Alagöz’ü, tek kollu Aliş’i, sanatoryumdan bir odayı, Balıkpazarı’nda limon satan öğrencisini, ama en ağırı Ahmet Abi, en ağırı, koyacak namuslu ve aydın bir yurttaş olduğu için çıkarıldığı mahkemeleri... İşte o zaman Edip Cansever dayanamayıp diyecek ki, “Bu halk da halkmış ha! Bana mısın demedi bu kadar yüke...” Sonrasını biliyorsun Ahmet Abi, örtüdeki lekeler çıkar mı çıkmaz mı, sana kalmış; sonrası mendilinde kan sesleri... Temizlenir temizlenmesine de, önce adaleti getirmek gerek bu ülkeye, değil mi? Adalet olmadan gün de zor aydınlanıyor. Adalet, hak, hukuk ve eşitlik için mücadele edenlere de yeri gelmişken günaydın Ahmet Abi. - Akgün Akova, Günaydın Deme Sanatı (syf.180-181) - Fotoğraf: Edip Cansever ile Rıfat Ilgaz. Clup Fuaye’de. Edip Cansever anısına hazırlanan “Fotobiyografi” kitapçığından.

Avatar

13 Şubat 2024 akşamı Tele1 TV’deki programda çok çok güzel ifade etti Prof. Dr. Emre Kongar. “Cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıkın. Demokrasiye oy verin! Cumhuriyete oy verin!” Cumhuriyeti ve demokrasiyi savunan herkesin aklında bulunması ve dile getirilmesi gereken cümleler... * * * “Önümüzde yerel seçimler var. Bırakın şimdi CHP şu ilçede bu adayı çıkarmış bu ilçede bu adayı çıkarmış filan. Burada bir ülkenin nüfusunun ve coğrafyasının, toprağının ve insanının savaşı veriliyor. Ve 31 Mart seçimlerinde buna göre oy kullanın. Bırakın Ahmet’i Mehmet’i Zehra’yı Ayşe’yi Fatma’yı, bırakın bunları. Cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıkın. Bugünkü işte bu siyanürle altın arama, işte emperyalizmin etkisi, iktidarla ilişkisi ve ortaya çıkan facia, sizin 31 Mart’ta sandığa gittiğinizde vereceğiniz oyun rengini tespit etmelidir. Demokrasiye oy verin! Cumhuriyete oy verin! Gidiyor, ne insanımız kaldı ne coğrafyamız ya. Yani, insan isyan ediyor böyle bir şeye. Bırakın Ahmet’i Mehmet’i Zehra’yı Fatma’yı Ayşe’yi! Kim olursa olsun!” - Prof. Dr. Emre Kongar (Tele1 TV, 18 Dakika Programı, Dr. Merdan Yanardağ, 13 Şubat 2024)

You are using an unsupported browser and things might not work as intended. Please make sure you're using the latest version of Chrome, Firefox, Safari, or Edge.